hele ki daha önce arkadaşınızın annesini* ya da etrafınızdaki başka insanları kanserden kaybetmişseniz ödünüzün koptuğu andır. kızarsınız, üzülürsünüz, ağlarsınız, bağırıp çağırırsınız ama en çok da korkarsınız. korkunun ne demek olduğunu öğrendiğiniz andır. kendi vicdanınızla anlamsız muhasebelere girişirsiniz, o vakitten sonra ne kıymeti kaldıysa... anneniz sizden uzakta yaşıyorsa bir de çaresizliğin ne demek olduğunu öğrenirsiniz en acı şekilde. saçları dökülen, kolunu bile kaldıramayan, aldığı ilaçlardan damarları patlayan, acı çektiği her halinden belli olan bir anne, anneden gizli ağlayan ve ne yapacağını bilemeyen ama buna rağmen dimdik duran bir baba... onlardan önce ölmek istersiniz... derken herşey yoluna girer, tedavi biter, ama içinizde hep bir korkuyla yaşarsınız artık. ya tekrarlarsa, ya aynı şeyleri yine çekerlerse diye. herşey bir yana, o anlarda kendi acısını unutup size hep güzel ve ümitli şeyler söyleyen, sizi asla yalnız bırakmayan biricik arkadaşınızı * hayatınızda öyle bir yere koyarsınız ki, bilse kendisi bile şaşar.