ilk çağ filozoflarından Platon, asıl bilginin sadece idealar dünyasında olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda mimarın kim olduğuna tam bir cevap verebilmek için, mimarlığın idealar dünyasında yerini incelemek gerekir. Bana göre mimarın idea dünyasındaki yeri mutlaka sanattan geçmelidir. Sanat yaratıcılık ister. Mimar da yaratıcıdır. Mimar da, sanatçı gibi, bir şey tasarlar, kurgular ve hayata geçirir. Olmayanı yaratır. Yanlış anlaşılmasın mimar sadece, kendi hayal gücünü kullanarak yapıtını ortaya koymaz. Mimar başka mimarlara, kendiden önce yaşamış mimarlar da dâhil olmak üzere hepsinin hayal dünyasına sirayet etmesini bilen kişidir. Gerçek bir mimarın gözleri baktığını görür, gördüğünü içselleştirir, içselleştirdiğini yaşar. Mimar yapay - yapısal dünyayı hisseder. Kendi akıl süzgecinden geçirip onu yorumlar ve daha önce hiç düşünülmemiş olanı bu dünyayla bütünleştirir. Bunu yaparken mimar, mimarlık vasıflarını kullanır.
Vitriviusa göre; mimar, iyi öğrenim görmüş, kalemi kuvvetli, geometri bilen, tarih bilgisi yüksek, filozofları izlemiş, müzikle ilgisi olan, tıpla ilgili bilgiye sahip, hukukçuların görüşlerini bilen, gök bilimi ve dine aşina olması gereken, öznelliğini eserine yansıtan kişidir.
Burada yeri gelmişken çoğu zaman karşılaşılan bir yanılgıyı da anlatmak isterim. Mimarlık, mimarın öznelliğinden geçer, mühendislik ise nesnellikten. Çoğu zaman mimarlık ve mühendislik birbirine karıştırılır. Bu çok vahim bir hata ve mimarlara yapılabilecek en ağır hakarettir. Söz gelim bir mühendis bir tepeye baktığında, tepenin boyutunu, sıcaklığını, iklimini ve bunun gibi nesnel bilgileri algılar. Ancak bir mimarın gözü nesnel bilgilerin yanında öznel görüntüleri de yakalar. Estetik, flora, oradaki canlı - cansız bütün varlıklar ve yaşam ile ilgili her şeyi görür ve hisseder. Bu açıdan mimarlık, mühendisliği de kapsayan bilim ve sanat alanıdır.
Mimarın, başka bir özelliği ise ölümsüzlüktür. En iyi mimarlar ölümsüzlüğe ulaşmış mimarlardır. Yapılarına sanatçı edasıyla işledikleri ruh, onları ölümsüzlüğe ulaştırır. Yapıların isimleri çoğu kez mimarların isimlerinin önüne geçse de, yapılar ayakta kaldıkça mimarları da onlarla beraber anılacaktır. Bazı kişiler, bana göre cahiller, bugün bir mimarın yapısını ortadan kaldırsalar bile daha sonra gelenler, o yapıyı o mimarın anısına, Mostard Köprüsünde olduğu gibi, yeniden inşa ederler.
Tüm bunların yanı sıra mimarın diğer bir özelliği, eseri içinde kendine has bir gizemi de içinde barındırmasıdır. Yapının yapıldığı zamanın üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen yapının, daha doğrusu mimarın, sırrı çözülemeyebilir. Çağımızda insan aklının alamayacağı yapı örnekleri geçmişte usta mimarlar tarafından sergilenmiştir. Tıpkı Giza piramitlerindeki matematiksel kurgular ya da Mimar Sinanın Selimiye camisinde minarenin her şerefesine ayrı ayrı çıkan ve çıkanın birbirini görmediği merdivenlerindeki gibi Düşünmek gerekirse, her sanat yapıtında bir gizem yok mudur?
Bu yüzden mimar, en yalın anlatımla sanatçıdır.
Ancak bugün olması gereken ile olan farklıdır. Günümüzde mimarlık, hâkim ekonomik sistemin sonucu olan tüketim toplumuna kentler, şehirler, gökdelenler, villalar, köprüler, vb. ruhsuz yapılar tasarlamak için kullanılan bir araç haline getirilmiştir. Mimarlık eğitimi de, yaratıcılıktan çok tüketim toplumuna hizmet edebilecek uzmanlar yetiştirmek için programlanmaya başlamıştır. Mimarlık, kapitalist sistemin sonucu olarak metalaşmıştır. Bu söylem için istanbulun siluetini bozan heybetli gökdelenler bizim için basit ve somut bir örnektir. Günümüz mimarı, yaratıcılığını daha fazla para kazanmak için bir meta gibi satabilmektedir. Kendi ekonomik gelişimi için doğayı, tarihi, en önemlisi insan yaşamını hiçe saymaktan kaçınmamaktadır. Bu yüzden mimar amacından saptırılmış ve olması gerekenden farklı amaçlara hizmet etmektedir.
Okurken yazmış olduğum kısa bir makale... Fikirlerimin aynı olması ne kadar acı.