okudukça, neredeyse her cümlenin çok iyi işlenmiş olduğunu gördüğüm hakan Günday romanı.
''artık konuşmanın zamanı gelmişti, çünkü Anita'nın hayallerinde kurguladığı ilişki mutlu sonla noktalanıyor bile olabilirdi ve ben o sondan çok uzaktaydım. daha anlayamamıştı sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olmasının mantığa aykırı olduğunu. ölüm mutlu bir son olamazdı. kimse için. ama yine de insanlar, kendilerini kandırmak için hayatlarını dönemlere bölüyorlar ve ancak o dönemlere mutlu sonlar uydurabiliyorlardı. oysa hayat, her bölümünde ayrı bir hikâyenin döndüğü neşeli bir dizi değil, sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdi...''
edit:
anita: ''ben hep mutsuz oldum. ama seninle hayatımın değişeceğini sandım. ama sen de herkes kadar kötüsün. erkeklerden nefret ediyorum!''
''ben de'' dedim içimden. işte bir ortak nokta daha! üstelik, ben nefretimde daha da cömerttim. kadınlardan da nefret ediyordum. anlıyordum anita'nın çocukça oyununu. her dakika daha da dalgalanan duygusal bir denizde yüzüyordu. bir yanda, bırakamayacağı kadar rahat bir hayat, diğer yandan da âşık olduğu ama kendisine karşı hiçbir duygu beslemeyen adamla ilgilenmek mecburiyeti. gururlu bir insanın yapması gereken kapıyı çekip gitmek olabilirdi. ama o da, ben de, uzun zaman önce gururumuzu bir şişeye koyup okyanusa bırakmıştık. ihtiyacı olan birine ulaşması ümidiyle. bizim gibi insanların işine yaramazdı gurur...