H elicobacter pylori, insan ve diğer primatların midesine yerleşen spiral şeklinde, gram-negatif, mikroaerofilik bir bakteridir. Bu mikroorganizma vücuda bir defa girdiğinde, tedavi edilmediği takdirde yaşam boyu varlığını devam ettirmektedir. Yapılan ilk çalışmalarda bu bakterinin mide içerisinde normal flora üyesi olarak bulunduğu iddia edilmiştir. Ancak günümüzde insanlarda ve hayvan modellerinde yapılan çalışmalar, H. pylori’nin lokal inflamasyona ve sistemik olarak da humoral bağışık yanıta neden olduğunu göstermiştir. Bu nedenle de bu mikroorganizmanın mide içerisinde varlığı normal flora üyesi olamayacağını, patojen bir mikroorganizma olarak kabul edildiğini göstermiştir [1].
Avustralya’da patolog olarak çalışan Robin Warren, ilk defa 1979 yılında histopatolojik inceleme için gönderilen gastrik biyopsi örneklerinde kıvrık bakterilerin varlığını gözlemiştir. Bu bakterilerin gastrik mukozada olmayıp, dokuyu örten mukus tabakası içinde bulunduğunu saptamıştır [2]. Barry Marshall, 1981 yılında Warren ile birlikte izolasyon çalışmalarına başlamıştır. ilk önceleri bu mikroorganizma kıvrık ve gram-negatif bir basil şeklinde olduğu için Campylobacter cinsi içinde değerlendirilmiş, bakteriye Campylobacter pyloridis adı verilmiştir [3]. Bu buluşun yayınlanmasıyla birlikte bu konudaki çalışmalar yoğunlaşmış, yapılan tiplendirme çalışmalarında mikroorganizmanın bazı özellikleri nedeniyle Campylobacter cinsi olmadığı ve bakterinin Helicobacter pylori olarak adlandırılması gerektiği vurgulanmıştır. 1984 yılında H. pylori infeksiyonunda gastrik inflamasyon (kronik süperfisyal gastrit) ve polimorfonükleer hücre infiltrasyonu olduğu, yani kronik aktif gastrit oluşturduğu belirlenmiştir. H. pylori’nin etyolojik ajan olarak peptik ülser hastalığındaki rolü yapılan çalışmalarla gösterilmiştir [4].
1994 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Ulusal Sağlık Enstitüsü (National Institutes of Health), H. pylori’nin peptik ülser hastalığının başlıca nedeni olduğunu ve infekte olan bireylerin organizmanın eradikasyonu için tedavi edilmesi gerektiğini bildirmiştir [5].
1991 yılında H. pylori infeksiyonu ile gastrik kanser ilişkisi olduğu yönünde çalışmalar yayınlanmıştır ve 1994 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün bir dalı olan Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (International Agency for Cancer Research) H. pylori’nin insanlarda karsinojen olduğunu bildirmiştir [6].
Kronik H. pylori infeksiyonunun gastrik non-Hodgkin lenfomaların ve gastrik mukozada gelişen lenfoid doku lenfomasının (MALToma) gelişiminde rol aldığı saptanmış ve MALT lenfomalı hastalarda H. pylori eradikasyonu ile tümörün gerilediği bildirilmiştir [7-9]. Özet olarak, H. pylori’nin gastroduodenal dokuyla ilişkili olarak gastritten ülser ve malignansilere kadar pek çok hastalıkta rolü olduğu bilinmektedir.
Erken yaşlarda edinilen H. pylori’nin tanımlanması için özefagogastroduodenoskopi gerektiren birçok invaziv ve endoskopi gerektirmeyen invaziv olmayan yöntem geliştirilmiştir.
iNVAZiV YÖNTEMLER
H. pylori, özellikle daha az asit içeren bir ortam olmasından dolayı, midede antrum bölgesine, düzensiz yerleşme eğilimindedir. Bu nedenle endoskopi ile alınacak biyopsi örnekleri mümkünse birden fazla ve antrumdan alınmalıdır.
Kaynak: Yakut Akyön Yılmaz Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi