sözlük yazarlarının itirafları

entry163128 galeri video563 ses32
    117301.
  1. öküz olduğumu düşünüyorum

    her şey kedilerin konuştuğunu düşünmemle başladı.

    ankara çayı'na yakın bir yerde, kuşun uçmadığı, kervanın geçmediği saçma sapan bir tren istasyonunda sigara içerken, bir yandan da trenin yolunu gözlüyordum. tren yolu sıcaktan bulanık bir şekilde görünüyordu. yakındaki sanayide çalışan ustaların sesleri, kulağımdan çıkarıp boynuma astığım kulaklıktan duyulan şarkıyla karışıyordu. erkek sesi. yer sallanıyor. erkek sesi. tren geliyor. yanımdan geçiyor, istasyonda durmuyor. sanki tren duruyor da, ben geri geri gidiyormuşum gibi hissettiğimde bir şeylerin ters gitmeye başladığı çok belli oluyordu. o kadar belli oluyordu ki, üzüntünün kokusunu alabiliyordum. tadabiliyordum onu.

    sonra birden aklıma para atıp yiyecek bir şeyler aldığımız ülker makinalarından düşen çikolatanın yerine hemen yenisinin geldiği aklıma geldi. bir önceki üzüntünün devamıydı bu, kahkaha atmaya başladım. istasyonda durmadan devam eden banliyö treninin ve henüz yanımdan geçmekte olan güney ekspresi'nin kafalarını arkaya çevirip bana baktıklarını hissettim. ve o anda..

    istasyonun yanındaki sanayide ustaların beslediği kediler konuşmaya başladı. gülüyorlardı. onlar güldükçe ben de güldüm. "yeter" dedim bir anda, bir anda, kendimi çok kötü hissettim. birden, bir anda. izmariti kedilere doğru atıp zaten bomboş olan istasyonda boş bir bank bulup oturdum.

    oturuyordum, ama koşuyormuş gibiydim. bank koşuyordu sanki. hatta istasyon koşuyordu. koşuyor gibi değildi, koşuyordu. yıldırım durağından yenişehir'e kadar, yol üzerindeki bütün banliyö trenlerini arkamda bırakarak istasyonla birlikte geldim.

    istasyonun merdivenlerinden korka korka aşağı indim. son merdiven basamağını tamamlayınca, onu gördüm. "h!" diye seslendim. "kedilerle konuştum bugün!" gülümsedi. sonra kar yağmaya başladı birden. h, üzerinde kar birikmeye başlamış olan beresini çıkararak yanıma geldi. "neden böyle yaptın?" dedi, "bir şey yapmadım ki" dedim. "büyü biraz yavuz, büyü. büyümeyi başarabilirsen, her şey düzelecek, söz veriyorum."

    yavaş yavaş hızlanmakta olan kar, önce sulukara, sonra yağmura dönüştü. küçüklüğümden beri en nefret ettiğim şeydir yağmakta olan karın yağmura dönüşmesi. iki buçuk sene boyunca hayaller kurduktan sonra bütün hayallerin boşa kurulduğunu anlamak gibi olurdu. acı verirdi. sonra, aslında karın yağmura dönüşmediğini, h'ın ağlamaya başladığını fark ettim. sanki gözyaşları kara karışıyor, teker teker üzerime düşüyor ve havanın soğukluğundan buz kesen gözyaşı taneleri bedenime her değdiğinde acı veriyordu.

    bir süre h'ın yanağına sokaklar inşa eden gözyaşlarını izleyip kedileri düşündüm. gözyaşlarını silmek istedim, ancak bunu yaparsam, çevremdeki insanlar onun ağladığını fark eder, benimle birlikte gözyaşlarını silmek isterdi. sonra h, yanağından akan gözyaşlarını silebilecek başkalarının olduğunu fark edebilir, beni yalnız bırakabilirdi. ömrümün sonuna gelebilirdim. ben bunu istemedim. bu yüzden gözyaşlarına bakıp, kedileri düşünmekle yetindim.

    kar dindikten yaklaşık on beş dakika sonra, h beni elimden tutup başka bir yere götürdü. aklımda sadece onun sarı saçlı ve kirli sakallı olduğu kaldı. tanıştık, konuştuk biraz;

    - "kedilerin sizinle konuştuğunuzu mu düşünüyorsunuz, yoksa trenlerin size baktığını mı?"

    + öküz olduğumu düşünüyorum.

    - peki bu kanıya nereden vardınız?

    + çünkü her sabah saat 07:45'te h adlı treni görebilmek için karanfil metrosunun önünde bekliyorum.

    sonra kendimi, fatih ekspresi'nin sigara içilmeyen vagonlarından birinde tren lokantasında çalışan görevliden çay alırken buldum. tren o sırada bozüyük'te yolcu almak için duraklamıştı. sonra birden, içinde bulunduğum trenin fatih ekspresi olmadığını, h treni olduğunu fark ettim. ama bulunduğum vagonda yine sigara içilmiyordu ve ben yine çay alıyordum. görevli bardağa sürekli sıcak su dolduruyor, bardak taşmıyor ve su bitmiyordu. "dolduruyorsun ama dolmuyor bir türlü" dedim. "aşktan delirmiştir." dedi kısık bir sesle. yalan söylediğini, hatta benimle dalga geçtiğini düşündüm.

    trenin hareket edeceğini bildiren kornasını duyar duymaz, görevli bardağıma su doldurmayı bıraktı ve arkamda oturmakta olan yolculardan başlayarak trenin gerisine doğru servis yapmaya devam etti. "önümüzdeki vagonlara yeni binen yolcular bu servisten yararlanamayacak mı acaba?" diye düşünüp, kendi kendimi tedirgin ettim. ben tedirgin olunca, etrafımda oturan yolcular da tedirgin oldu ve aralarında fısıldaşmaya başladılar. görevlinin bana "yararlanacaklar beyefendi" dediğini duydum, verdiğim cevabı duymadım. sonra hemen yanıbaşımda, yeşil siyah çizgileri olan eski bir kazak giymiş, uzun saçlı bir kızın eşyalarını kafamın üzerinde bulunan bölmeye yerleştirdiğini fark ettim. "trenlerde erkek ve kızı yan yana oturtuyorlar mı ya?" diye düşünecektim ki, farkında olmadan sesli düşündüm. verdiği cevabı duymadım.

    yanıma oturdu, saçındaki tokayı çıkardı. bir anda onun h olduğunu ve içinde olduğum trenin fatih ekspresi olduğunu fark ettim. "her şey yoluna girecek, emin olabilirsin" dediğini duymadım, dudaklarını okudum. "çay bitmiş, demek ki görevli suyu az koymuş" deyip güldüm. ağladı. uyudum.

    kimin kullandığını bilmediğim bir araçta, h'ın dizinde uyandım. sesini duydum; "bilmiyorum ki.. kıyamam ben ona ya. melek gibi uyuyor dünden beri, trenden zor indirdim. geliyoruz yanına, az kaldı."

    uyudum. h'ın dizinde uyandım. uyudum. h'ın dizinde uyandım. uyudum. sürekli uyudum.

    uyandım.

    kendimi odamda buldum. bilgisayarım yok, yatağım yok, koltuklarım yok, halım yok. annem yok. h yok. aşk yok, sevgi yok, nefret yok. kediler var bir tek.

    bahçede h ile annem oturuyorlardı. seslendim. annem içeri koştu, h ağlamaya başladı. kızdım. "sürekli ağlıyorsun, odam kedi pisliği kokmuş, bu hayvanlar aç! ilgilenmiyor musun?" diye sordum. ağlamaya devam etti.

    kendimi saçma sapan bir tren istasyonunda sigara içerken buldum. ilk gelen banliyö trenine bindim ve 40 dakika süren yolculuğun ardından kurtuluş istasyonunda indim. bu olayın aynısı birkaç kez daha oldu.

    eve geldim. annemin yanında tahmini 17-18 yaşlarında, güzel diyebileceğim, uzun saçlı bir kız gördüm. senelerdir tanışıyormuşuz gibi davranıyordu. adımı, odamı, kedimin adını, kedimin evini, eşyalarımın yerini ve bilgisayarımın şifresini biliyordu. anneme bir bardak çay istediğimi söylemesini rica ettim, "ben getiririm yavuz" dedi. bu güzel kızın kim olduğunu merak ederek -hatta belki ekmek çıkar diyerek- peşinden gittim. çay dolduruşunu izledim. bardağın dolması en fazla dört, yahut beş saniye sürdü. sonra çaydanlığı yerine bıraktı, ve benim "dört" dememi beklemeden bardağıma dört tane küp şeker attı. annem geldi.

    "anne, bu arkadaş kim?" diye sordum. sanki küfür etmişim gibi, ikisi birden ağlamaya başladı. sanki gözyaşları kara karışıyor, teker teker üzerime düşüyor ve havanın soğukluğundan buz kesen gözyaşı taneleri bedenime her değdiğinde acı veriyordu. o an, havanın çok sıcak olduğunu fark ettim. "ben bu olayı daha önce yaşamıştım" diye düşündüm. bu olayın aynısı birkaç kez daha oldu.

    h'mış kızın adı, unuttum sonra. bir yerden tanıyor gibiydim, ama bir türlü çıkartamadım. olur ya bazen, birini görürsün, hareketleri falan hoşuna gider, sanki bir yerlerden tanıyor gibisindir. bir türlü aklına gelmez, sonra hiç tanımadığını fark edersin. ya da belki de tanıdığını. öyle oldu işte.

    o günden sonra birçok kişiyle tanıştım. hepsiyle farklı farklı konular konuştum. hepsinin meslekleri ve okuduğu bölümler, yaşları, adları farklıydı. hepsiyle bol bol muhabbet ettik ve çokça soru sordular bana. 6 ay içinde hepsi teker teker uğramamaya başladı.

    o günden sonra birçok kişiyle konuştum. ama en çok kedilerle konuştum.

    şimdi o kedilerin hiçbiri yanımda değil. hepsini çok özledim.

    en sevdiğim kedimin adı h'dı. en çok onunla konuştum.

    en çok onu özledim.
    8 ...