Bir süredir gençlik bunalımları, faniyet ve varlığın amacı üzerine inanılmaz karmaşalar yaşayan ve acı çeken biri olmam hasebiyle geçenlerde bir gece uyurken böyle bir şey başıma geldi. O günün gecesi, yaşadıklarımı unutmamak için not ettim. Sabaha yakın ama hala karanlık bir vakitte, bir anda gözlerim açıldı. Dış ortamdan soyutlanmış gibiydim. Vücudumu kıpırdatamıyor daha doğrusu kıpırdatmaya yeltenmek bile istemiyordum. Nefesim kesilir gibi olmuştu. Sanki ne olduğunu hala idrak edemediğim ilahi yargı tarafından, iyi ve kötü şeklinde bir hüküm verilememiş, ama yine de azaba yakın bir halette gibiydim. Eğer bu arafsa, bu da çok acı acı vericiydi. Tıpkı dünyadaki varlığım gibi, öldükten sonraki varlığımı da tayin edememe, orada da zayıf bir kimlikle ortada kalma korkusu her yerimi sardı. Ama asıl korku bu değildi. Öyle dehşetli bir korku aniden vücudumu ve zihnimi sardı ki, zor dayanıyordum: Fenâ. Yani faniyet, yokluk. Dünyada yok olmak vardı. Ya ölümden sonrası da yoksa diye dehşete kapıldım. O sıra aklımda hala yalnızca ve yalnızca, dünyadaki varlığımızın sebebi vardı. Hala onu düşünüyor fakat hiçbir anlam çıkaramıyordum. Ölüm böyle bir şeyse eğer, çok çetin iş! Bir de, bu dünyada bir toplu iğnesi bile olmayan ve asosyal olan birisi olarak bile bana bu ölüm provası çok zor geldi. Mutlu yaşamak ama hiçbir şeye kendini fazla kaptırmamak lazım.