bir gün karadeniz'de büyük bir fırtına kopar, gemiler batar... haberciler genç armatörün yanına giderek:
"ey efendimizin güzide evladı, karadenizde fırtına çıktı, gemiler battı, senin gemin de battı" derler.
genç armatör huzur içinde gülümseyerek "elhamdülillah" demekle yetinir.
sonra başka bir haberci çıka gelir,
"şehzademiz, karadenizde fırtına çıktı, gemiler battı, bir tek senin gemilerin batmadı" derler.
ulu kişilik yine huzur içinde gülümseyerek "elhamdülillah" der.
gencin meclisinde kendini suret-i haktan gösteren bir gizli paralelci varmış. bunu duyunca hemen dışarı çıkıp "bunca müslümanın gemisi battı ama kendisininki batmadı diye seviniyor" diye tevatür üretmeye başlamış. bu laflar gencin bendelerinin de kulağına gelmiş elbette. gencin kimin rahle-i tedrisinde yetiştirildiğini bilen sadık dostları umursamamış ama kalbinde hastalık olan bir kişi vehme kapılmış. gencin yanına gidip, tutumunun gerekçesini sormuş. genç demiş ki:
"bana herkesin gemileri battı, seninki de battı denildiğinde kalbimi yokladım. bir üzüntü görmedim. zira henüz sıfırlayamadığım milyarlar aklıma gelmişti. sonra herkesin gemileri battı, seninki de batmadı denilince yine kalbimi yokladım. bir sevinç görmedim. zira alt tarafı bir gemicikti. servetimin yanında bir ehemmiyeti yoktu. iki durumda da "babam sağ olsun" diyerek şükrettim" der.
o genç, sucukçu muhasebecisinin mahdumu bilal oğlandı...