bir taraftan beş nesil istanbullu bir taraftan da balkan göçmeni/trakyalı bir türk çocuğu olarak, anneannemin vefatına kadar tüm yaz tatillerinde, bayram tatillerinde lüleburgazdaki köyüme giderdim. trakyanın köyleri bir ilginçtir, hayalde canlandırılan dünyayı 50 yıl geriden takip eden; içinde masum, sevimli, saf, cahil köylülerin yaşadığı köy imajına biraz uzaktır, tamamen de ilgisiz değildir.
neyse, anneannem yalnız yaşardı, televizyona pek ihtiyaç duymadığından televizyonu yoktu. ben de vaktimi ya evde aksiyon figürlerimle oynayarak ya da (çocukluk ve ilk ergenlik yıllarımda) harry potter romanlarını, (daha sonrasında) yüzüklerin efendisi ve dragonlance, forgotten realms, ravenloft gibi fantastik kurgu romanlarını okuyarak ve köyün oyun salonu/internet kafesinde (evet köyün playstationlar, arcade oyun makinaları ve bilgisayarlarla dolu bir oyun salonu vardı) geçirirdim. köyün çocuklarıyla pek anlaşamazdım, muhabbetleri pek sarmazdı. karı kız, araba, motor, futbol muhabbetiyle aram hiçbir zaman olmadı zaten. bu sebeple zamanım bu şekilde bir yalnızlık hali içinde geçip giderdi.
2000'lerin ortası olması lazım, mahmut adında köyün yerlisi bir arkadaşım vardı. köydeki birkaç arkadaşımdan biriydi. biraz pısırık bir çocuktu. ben de çocukluğumunun bir döneminde kaburga kemiklerimin sayılacağı kadar sıska, diğer bir döneminde de hımbıl ve hafif kilolu olan, beyaz tenli, gözlüklü bir çocuk olarak pek korku uyandırıcı bir değildim. bir gün internet kafede mahmutla aramızda bir bilgisayar boşluk olmak üzere aynı sırada bilgisayarlardayız, ben kendi bilgisayarımdayım, o da kendi bilgisayarında, pek muhabbet etmiyoruz. köyün piçlerinden can adında bir fırlama geldi, aramıza oturdu, mahmuta sataşıyor, küfür ediyor, uğraşıyor. canı sıkılmış herhalde, parası da olmaya gerek bizim pısırık mahmutla uğraşıyor. benim kafada kulaklık var, müzik dinlemeye çalışıyorum falan ama bu fırlamanın bağırıp çağırması, kalın yeni ergen sesi rahatsız ediyor. bir de yanımda arkadaşımı bu şekilde taciz etmesi beni rahatsız etti, gururumu incitti. çıkardım kulaklığımı, döndüm bu fırlamaya "biraz sessiz ol lan çingene" dedim. bu baktı bana, biraz şaşırdı, paragrafın başında açıkladığım sebeplerden dolayı böyle bir çıkışı beklemiyordu tahminimce, "sen kime çingene diyon be?" diye sordu, sandalyemi ittirdim geriye, ayağa kalktım, yanlış hatırlamıyorsam buna salladım bir tane, tuttum omuzundan kaldırdım, biraz hırpalaştık, itiştik, küfürleştik bu çekti gitti.
mahmutun da "adaş sakin ol beyağ" falan demiş olması lazım, malum trakyalı erkekler isimleri birbirleri ile ne kadar alakasız olursa olsun birbirlerine "adaş" diye hitap ederlerdi. "kanka" yaygınlaşmadan önce böyleydi en azından, belki hala öyledir. "kanka"yı sevmesem de "adaş" samimi gelirdi ben de. neyse, mahmut aynı konuşma içinde bana bu fırlama canın ve tayfasının tiner, bali çektiğinden, madde kullandığından falan bahsetti. bir istanbul çocuğu olarak bunların mahallemde yaşanmasına alışıktım ama köyü ne kadar sevmesem de bu saçmalıklardan uzak olduğunu sanardım. hatta köyde cezadan alıntı yapan bir yaşıtımı gördüğümde de şaşırmıştım, "hipap buraya da mı geldi ya" demiştim anlatılan olayın birkaç yıl öncesinde, yanlış hatırlamıyorsam.
neyse günümüze kaldığı yerden devam ettik, akşam oldu. çıktım oyun salonundan eve gidiyorum, bizim sokağın yukarısında, köşede beni bir grup bekliyor. fırlama can ve arkadaşları. "oo ismail adaş" ile başlayan beni öncesinde tanımayan, benim de tanımadığım, sürünün alfası olduğu belli olan eleman klasik, yapmacık bir samimilik taşıyan tehditkar bir giriş yaptı. selam verdim, cevap verdim. para istedi eleman bir bahaneyle. vermezsem ısrar edecek, laf dalaşı olacak bunlar sürü olarak bana dalacak. ben 5-6 kişiyle kavga etmeye cesaret edemedim, bir cebimdeki iki yüz elli bini (altı sıfır atmadığımız yıllardı yanlış hatırlamıyorsam) verdim bunlara, iyi akşamlar dedikten sonra yoluma devam ettim. planın tutmadığını anlayınca arkamdan seslendiler, bir şeyler söylediler hatırlayamadığım, dönüp bakmadım dümdüz gittim eve.
doğruya doğru, bayağı korkmuştum. bir de para vermiş olmak gururuma dokunmuştu. anneme, o zamanlar yirmili yaşlarında olan köyün hızlı gençlerinden dayıma da anlattım. "vay misafir çocuğun önünü nasıl keserler" dedi, küplere bindi. can ve tayfasına ne yaptığını bilmiyorum fakat sonrasında benzer bir davranışta bulunmadılar.
bu da böyle anımdır. mahmuta ne oldu bilmiyorum, aramız soğudu yıllar içinde, son gittiğim zamanlarda "hoşgeldin adaş, naber"den ibaretti tüm muhabbetimiz.