üretim fazlası ile alakalıdır. üretimin devamlılığı için sermayedarlar bunu refleksif( fakat bilinçli bir refleks, biyolojik bir refleks ile karıştıtırılmaması şart) olarak gerçekleştirir.
serbest pazar döneminde sermaye ilkel bir biçimde birikirken, üretimdeki fazlalılık göz ardı edilir bir biçimde artıyordur. fakat biri aritmetik olarak artarken, diğerinin geometrik artışı tüketimi karşılayamaz düzeye getirdi. pazar döneminden bir üst evreye geçişteki bu kriz aşaması kapitalist düzeni sürekli krizlere sokar hale geldi. sermaye ihracı ve tüketimin başka pazarlarla karşılanması sayesinde bu düzen bir dönem aşılsa bile üretimdeki sürekli artış, fazlalığı doğuruyordu. sömürgeler ile ana kıta arasındaki tüketim farklılıklarının doğal sonucu olarak bu yeni emperyal düzende kendi arasında çatışmaya girer oldu.
kurtuluş reçeteleri içinde modern kapitalizmin tüketimi arttırıması ve kendi ülkelerinde dahil olmak üzere, gelişen pazarlarıda yadsımamaması gerekiyordu. işte bu sınıfsal bir bilinç olan tüketicilik toplumun tamamına yayılan bir olgu haline geldi ve üretim fazlasının doğal bir sonucu ama karşılılı etkileşimi olarak çıktı.
tüketim ve üretimin sonsuzluğu olmadığından gene orantısız artışlara neden oldu. doğal kaynakların tükenmeye başlaması, nispi artı değerin ve temel artı değerin sonsuzluğu olmadığından üretim süreci yeni bir paradoksa tutuluyor. bu tutulma ile tüketim aynı anda gerçekleşmediğinden modern zamanlarda finans sermayesinde krizler daha sık ve etkili olup toplumu etkilemektedir. tüketim-üretim ilişkisindeki bu küçük sıçrayış büyük pazarların birbirleriyle karşıya gelmesinin azlığını gösterir.
tüketim ilişkisi ekonomik bir indirgemeye çalışmak mekanikleşmeye ve dogmatikleşmeye yönelmektir. bu nedenle bu ilişki yalnızca altyapısal değil üstyapısal bir olgudur. yani ekonomik bir altyapısı olmasına rağmen kültürel bir olgudur aynı zamanda. kültür ve sınıf bilinci tüketim çılgınlığını bizlere daha rahat açıklayacaktır.