biz osmanlıyı istiyoruz yürüyüşü

entry16 galeri
    4.
  1. hüsnü merdanoğlu'nun, 1999 yılında ikinci
    baskısı yapılan atatürkçü düşüncenin evrenselliği
    adlı çok önemli eserinin 102-106. sayfalarında
    yazılanların tam metnini, yazarından aldığımız
    izinle aşağıya aynen alıyoruz:
    bütün tarihi kaynaklar, osmanlı devleti'nin türk
    ulusu tarafından kurulduğunu kanıtlamaktadır.
    ancak, kuruluş aşamasını tamamlayan ilk
    kuruculardan sonra, osmanlı padişahlarının ne
    denli türk oldukları kuşkuludur. çünkü, kuruluş
    dönemindeki koşullarda geçerli olan; komşu
    ülkelere saldırma ve onlardan savaş tazminatı ve
    ganimeti alma siyasasına dayalı olarak güçlenip
    zenginleştikten sonra, yatak odalarını, "harem'ler
    kurarak zenginleştiren padişah-halifelerin
    birçoğu sayesinde, ırk ve kan birliği bozulmuş
    olduğu görülmektedir. "...bütün kadın sultanlar,
    bütün padişah anaları, hep yabancı ırklardan
    alınan köle kadınlardan geldiler. hanedanda bu
    kan yabancılığı, osmanlı imparatorluğu'nun son
    padişahına kadar devam etti"(1)
    belki bu özelliklerinden dolayı, "halife" sanlı
    padişahlar, bu sanın yarattığı olanaklardan
    yararlanarak, yönetimi altında bulunan ve
    özellikle "türk" kimliği taşıyan yönetilenleri tıpkı
    bir sürü gibi yönetmeyi yeğlemişlerdir.
    henüz kuruluş dönemi olan 1466 yılında yapılan
    bir derlemede, "türk iti şehre gelince farisice
    ürer" denilmektedir.(2) osmanlı şairlerinden
    baki'nin, "muhteşem süleyman" olarak bilinen
    padişaha sunduğu bir şiirinin türkçeleştirilmiş
    dizeleri şöyle:
    "her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı
    olamaz.
    ey hoca türk toplumundan olanın başı kabadır.
    türk, sultan olma yeteneğinden yoksundur."
    yine bir osmanlı şairi olan nef'i ise; "tanrı, türke
    irfan çeşmesini yasaklamıştır" demiştir.
    divan-ı hümayun yazmanlarından hafız hamdi
    çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde, "baban da
    olsa türkü öldür" nakaratını kullanmakta, üstelik
    bu sözün islam peygamberi hz. muhammet'e ait
    olduğunu vurgulamaktadır. sadece bir kıtasını
    yineleyelim:
    "sakın türkü insan sanma.
    bir an bile olsa türkle birlikte olma.
    türk eline şeker olsa o şeker zehir olur.
    türkün başını keserken sakın gam yeme.
    baban da olsa türkü öldür."(3)
    osmanlı tarihinde çok saygın bir konumu olan
    fatih bile, otlukbeli savaşından dönerken, elinde
    bıçak olan birisine ne yaptığını sorduğunda;
    öldürülen türkmenlerin kulaklarını keserek
    küpelerini topladığını öğrenmiş ve "işine devam
    et" demiştir.
    hırvat kökenli, sadrazam kuyucu murat
    döneminde (1606-1611), 155.0000 insan
    doğranmış ya da diri diri kuyulara
    doldurulmuşlardır. aman dileyen insanlara
    kuyucu'nun yanıtı "vurun şu pis türkün başını"
    olmuştur. cellatların bile öldürmeye kıyamadığı
    çocuğu atından inerek öldüren kuyucu murat,
    osmanlı'nın yetkilisi, öldürülen çocuk da
    anadolu'nun evladı türktür. (olayı ayrıntıları ile
    osmanlı tarihçisi naima'dan öğrenmek olasıdır.)
    yavuz sultan selim'in, halifeliği zorla da olsa
    aldıktan sonra, yönetim ile türk ulusu arasındaki
    anlayış ve ideoloji ayrılığı açık şekilde çelişmiştir.
    yönetime dayalı şeriatçı anlayış üst yönetime
    egemen olur iken, anadolu'da yaygın olan alevilik
    sayesinde türk dili kendini koruma olanağı
    bulmuştur. yönetimin anadolu'yu dil unsuru
    aracılığıyla araplaştırmasına ve acemleştirmesine
    karşı olan bu halk, yok edilmek istenmiştir. bu
    nedenle anadolu'da öldürülen türk sayısı, yavuz
    sultan selim zamanında 40.000 kadardır. bu
    gerçek osmanlı imparatorluğu'nun türk halkından
    koptuğunun açık bir kanıtıdır.(4)
    osmanlı tarihçisi naima aynı bilinç içinde şöyle
    yazmaktadır: "türkmen çözülüp gitmesi yamandır,
    cem-ü iltiyamına derman yok." yani, türk ulusu
    ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki, bir
    daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve
    dermanı olmayacaktır.
    osmanlı tarihçisi naima "tarihi"nde türkler için;
    nadan (kaba) türk, idraksiz türk, hilekâr türk
    ifadelerini kullanmaktadır.(5)
    aslında türkler hakkındaki kötü yargılar
    selçuklulardan beri yaygındır. örneğin, selçuklu
    yazar aksaraylı kerimeddin mahmud, şunları
    yazmıştır: "hunhar türkler, köpek ve kurt
    gibidirler, ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet
    bilirler, fakat düşman kuvvetleri gelirse
    kaçarlar."(6)
    osmanlı düşüncesinde, "kavmi necip" olarak
    görülen araplar karşısında türk ulusu
    aşağılanmıştır. 1912 yılında sebilürreşt
    dergisinde çıkan bir yazıda; "türk" deyiminin
    kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyordu. "türk
    hükümeti", "türk ordusu", "türk ülkesi"
    deyimlerinin osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık
    yarattığı biliniyordu. 1913 tarihli "mecmuai
    ebuzziya" dergisinin 94. sayısında; "bizim
    türklüğümüz sembolizmden başka bir şey
    değildir. bizler yani türkler müslümanlık içinde
    erimişizdir. türk falan değil, sadece müslümanız.
    buharalı hanlar bile kendilerini türk saymazlar.
    zira onların cetleri de vaktiyle türkistan'ı
    zaptetmiş olan araplardan başka bir şey
    değildir," demekle, kendisini ve anadolu'da
    yaşayan bütün insanların kimliğini inkâr
    ediyordu. üniversite profesörlüğü de yapmış olan
    ahmet naim, 1913 yılında yazdığı "islam'da davai
    kavmiye" adlı kitabında, türke karşı savaş açmış
    ve "türkün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine
    lüzum ve ihtiyaç yok... gerekli olan şeriatı
    öğrenmektir," demiştir. 1919-1920 yıllarında
    şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve padişahla
    birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan
    mustafa sabri efendi ise, türke türklük benliği
    vermek isteyenlere "soysuzlar" yakıştırmasında
    bulunmuştur.(7)
    bu tutum ve koşullar içerisinde "türk" kimliği,
    yönetimin merkezi olan istanbul'dan uzak,
    savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan,
    anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili
    ve töreleri ile yaşamıştır. zaman içinde "türk"
    yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki, kimi
    kez "osmanlı efendisine türk' demek hakaret
    sayılmış", "türk" sözcüğü, anadolu köylüleri için
    kullanılır olmuştur.(8)
    istanbul alındıktan sonra, osmanlı yönetiminde,
    devletin en yüksek yürütme organları türke
    kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği
    enderun okullarına türkler alınmamışlardır.(9)
    istanbul'un alınmasından 4. murat'ın ölümüne
    dek geçen 187 yıl içinde, devşirmelerden 66, türk
    kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa
    atandığını, aynı dönemde devşirmelerin toplam
    167 yıl, türk kökenli sadrazamların da 17 yıl
    görev yaptığı(10) gerçeği, türklere yaklaşımı
    gösteren ayrı bir kanıttır. padişahlar, yakın
    korumalarını da hep devşirme (kul-köle)
    olanlardan seçmişlerdir.
    osmanlı yönetiminin bu tutumuna karşın halk da
    kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi.
    12. yüzyıl ortalarında ahmet yesevi'nin kurduğu;
    türk geleneğini, dilini ve kültürünü şamanlık ile
    bütünleştiren (bektaşilik gibi) tarikatlar
    anadolu'da yayılmaya başladı. bir taraftan yesevi
    yanlısı ve türk kimliğini taşıyan tarikatlar yayılır
    iken, öte yandan da, sünni iran kültürünü
    benimseyen nakşibendi tarikatı, yeniliklere karşı
    koyma alışkanlığını güden zeyni tarikatları ve fars
    diline önem verdiği için daha çok aydınlar (!)
    arasında yayılan mevlevilik, yaygınlık
    gösteriyordu. bu tarikatlar içinde, türk kökenli
    olanları, doğal olarak arap kültürü görmüş olan
    medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı. bu koşullar
    altında türk halkı kendi yurdunda aşağılanmış
    oldu. "kaba türk", "anlayışsız türkler", "pis
    türkler" gibi önyargılar dönemin özelliklerinden
    oldu.(11)
    osmanlı yönetiminde türke yaklaşım o denli
    aşağılayıcıdır ki, o günlerden kalan aşağıdaki şiir
    bu yaklaşımı özetlemektedir:
    "türk değil mi, merzifon'un eşeği,
    eşek değil, köpekten de aşağı."
    osmanlı'nın bu yaklaşımına türkün verdiği yanıt,
    bir şiirin dizelerinde şu şekilde yer almıştır:
    "şalvarı şaltak osmanlı
    eğeri kaltak osmanlı
    ekmede yok biçmede yok
    yemede ortak osmanlı"(12)
    kendi yöneticilerinin bu tutumu karşısında,
    yabancılardan da olumlu yorum beklenemezdi.
    yabancılar, türkleri "yaklaşık 1000 yılına kadar
    arapların esiri olan türkler dağ insanı niteliğinde
    bir kavimdir"(13) şeklinde yorumluyorlardı.
    ulusçuluğun etkisi ile etnik kökenlilerin, osmanlı
    yönetiminden birer birer ayrılmaya başladığı 19.
    yüzyılın ilk yarısında hatta sonlarında bile,
    osmanlı yönetiminin türke olan yaklaşımı
    değişmemişti. 1874 yılında "dünya tarihi"
    kitabının yazarı, askeri okullar bakanı süleyman
    paşa, "osmanlı devletin adıdır, milletimizin adı
    türktür" görüşünü savunmasına karşın, bu
    düşüncesini kendi kitabında bile kullanmaya
    cesaret edememişti.(14)
    koçu bey, 4. murat'a sunduğu risalesinde (küçük
    kitap) türkler hakkında şunları yazıyordu:
    "...mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, türk,
    çingene, tatar, kurt, ecnebi, laz, yörük, katırcı,
    deveci, hamal, ağdacı, yol kesen, yankesici ve
    diğer çeşitli kimseler..."
    "harem-i hümayuna kanuna aykırı olarak türk ve
    yörük, çingene, yahudi, dinsiz, mezhepsiz, nice
    kallaş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu." bu
    sözler yazılıp türk olduğu söylenen padişaha
    veriliyordu.(15)
    abdülhamit'in araplara ve islamiyete dayanan
    siyaseti, türkü, türkçüleri baş düşman olarak
    görmekteydi. onun zamanında "türküm demek,
    türkten söz etmek büyük suçtu".(16) devletin
    dayandığı kendi halkına bu denli
    yabancılaşmasından olsa gerek, osmanlı
    devletinde kamu ile ilgili belgelerde, türkçe
    sözcüğe 1876 anayasasına değin rastlanmadı.(17)
    zaten, dini ile dilini de değiştiren bir ulusa
    osmanlı devletinden başka yeryüzünde
    rastlanmamıştır.
    osmanlı yönetimi, kendilerini türk olarak
    görmedikleri için, türk kökenliler "azınlık"
    konumunda kaldı. 1897 tarihinde, bir ingiliz
    gezgini şunları söylüyordu: "türk adı nadiren
    kullanılır, onun iki yolda kullanıldığını işittim; ya
    bir ırkı ayırt eden deyim olarak, örneğin bir
    köyün 'türk' veya türkmen' olup olmadığını
    sorarsın, ya da bir hakaret deyimi olarak, örneğin
    ingilizce söyleyeceğin 'eşek kafalı' anlamında,
    'türk kafa' diye homurdanırsın."(18)
    aynı yıllarda, türk-yunan savaşı ortamında şair
    mehmet emin'in yayımladığı kitapta, "ben bir
    türküm dinim cinsim uludur" dizeleri yer
    alıyordu. ancak, üstünlüğü kanıtlamak için şiirler
    yeterli değildi. kendi yöneticisi tarafından
    aşağılanan, üst üste gelen yenilgiler sonucunda
    benliğini, kişiliğini yitiren ve varlığını yitirmek
    üzere olan türk halkı tarihin en zor dönemini
    yaşıyordu.
    yabancıların türk imgesi ise osmanlı'nın, türke
    yaklaşımından farklı değildi. türkologlara göre
    türkler; insanlar arasında anlayış bakımından
    sonuncudur. inançtan ötesini kavrayamazlar;
    anlamaya da çalışmazlar... islam dininin türkler
    üzerindeki etkisi iyi sonuç vermemiştir. türkler,
    müslüman asya'nın avrupa'ya karşı savaşan
    askeri oldu. müslümanlık, türk dehasına ters
    düştü. islam, bu "yarı çinliler"den "acımasız
    iranlılar" yarattı.(19)
    türk aydınının durumuna gelince; çok az sayıda
    olsa da uyanma belirtileri başlamıştı. bunlar
    arasında en önemlisi ziya gökalp adını taşıyor.
    "sorma bana oymağımı boyumu,
    beş bin yıldır millet gibi yaşarım...
    deme bana oğuz, kayı, osmanlı,
    türküm, bu ad her unvandan üstündür,"
    diye haykırıyordu.
    öte yandan, özgür düşüncenin olmadığı bir
    ortamda, kendi ulusal çıkarlarını savunma
    olanağından yoksun olan bir avuç kişi yurt
    dışında özgürlük arıyorlardı. bu aydınlar, yurt
    özlemi ile, ülkelerinden aldıkları yüz kızartıcı
    haberlerin ve kötü gelişmelerin ezikliği
    içindedirler. onlardan birisi, o günlerin
    koşullarını, şu duygusal satırlarla günümüze
    aktarmaktadır: "bir mayıs sonu ya da bir haziran
    başı idi. bağımsız fakat, bütün kalbiyle ittifak
    devletlerinin zaferini kutlayan bir avrupa
    şehrinde, başım eğik, gözlerim yaşlı dolaşıyorum.
    yüreğim bir derin uçurum, kafam bir
    cehennemdir. ...gün geçmiyor ki, bir mağazada
    bir lokantada türk olduğum anlaşılınca acı bir
    alay edilme veya ağır bir hakaretle
    karşılaşmayayım. ...lakabımız 'makak'tı. (bir çeşit
    şempanze maymun türü). ... gönül verdiğimiz
    genç kızlar türklüğümüzü sezince bizden iğrenip
    kaçıyordu.
    işte, o şehrin bu cehennem atmosferi içinde, bir
    gün yılgın ve çekingen dolaşırken, gözlerim,
    ansızın, bir gazete satıcısının sergisinde, bir
    sürü gazete adı ve başlıkları arasında, iri
    harflerle dizilmiş şu satırlara ilişiverdi: 'bir türk
    generali itilaf kuvvetlerine karşı yeniden harbe
    hazırlanıyor.' titreyerek gazeteyi aldım. yürürken
    okuyorum; 'mustafa kemal paşa isminde bir türk
    generali.' "(20)
    işte o mustafa kemal önce bölgesel sonra ulusal
    toplantılarla türke türklüğünü, dünyaya
    insanlığını anımsatacak uğraşısını başlatmadan
    önce geldiği istanbul'dadır.
    ancak biz başa dönerek, osmanlı yönetiminin
    birinci derecede yöneticisi konumunda olan
    padişahların kökenlerine bir kez göz atalım.
    böylece, 3. padişah olan 1. murat'tan başlayarak
    padişah analarının kökeni öğrenilecek, türk
    ulusunun kanı ve canı üzerine kurulan saltanata
    karşın, türke düşman oluş nedeni daha iyi
    anlaşılacak, "ecdat" özlemi çekenlerin "ecdatları"
    daha iyi tanınmış olunacaktır.
    dipnotlar:
    1) şevket süreyya aydemir, makedonya'dan... c.2,
    s.440.
    2) burhan oğuz'dan aktaran, şakir keçeli, a.g.y.,
    s. 118.
    3) aktaran, şakir keçeli, a.g.y., s. 121.
    4) çetin yetkin, türk halkı... s.161.
    5) naima mustafa efendi, tarih-i naima,
    türkçeleştiren: zuhuri danışman, istanbul, c.1,
    s.168, 238, c.2 s.536. c.3, s.1180, c.4 s.169.
    6) aktaran, çetin yetkin, a.g.y., s.12.
    7) mustafa coşturoğlu, a.g.y., s.278, 279.
    8) bozkurt güvenç, türk kimliği, s.22, 23,
    cahen'den aktaran, bernard lewis, modern
    türkiye'nin doğuşu, s.1.
    9) hikmet bayur, a.g.y., s.15.
    10) hikmet bayur, a.g.y., s.17.
    11) özer ozankaya, türkiye'de laiklik, istanbul,
    1990, s. 253.
    12) özer ozankaya, a.g.y., s.121.
    13) warshew'den aktaran, bozkurt güvenç, a.g.y.,
    s. 311.
    14) bozkurt güvenç, a.g.y., s.26.
    15) aktaran, çetin yetkin, a.g.y., s.145.
    16) esat kamil erkut, a.g.y., s.63.
    17) m.rauf inan, atatürk'ün evrenselliği, önder
    kişiliği, eğitimci kişiliği ve amaçları, ankara, 1983,
    s.198.
    18) ramsay'dan aktaran, bernard lewis, a.g.y.,
    s.331.
    19) türkoloji uzmanı cahun'dan aktaran, bozkurt
    güvenç, a.g.y., s.308.
    20) yakup kadri karaosmanoğlu, atatürk, istanbul,
    1971, s.24, 25
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük