bir mezar var etrafındaki yüzlercesinin arasında.
bir mezarlık, zamanında semtin dışında iken, tam göbeğinde kalmış şimdi.
bir mezar var nispeten yeni.. yağmur yağıyor ve emiyor o mezarın toprağı yağan, ağan suyu..
soğukta soğudukça soğuyan taşlar ile çevrelenmiş, soğuk suları çeken kendine, soğuk topraklı..
hemen yanından geçen yolun karşısında bir eğlence yeri var. kadınlar ve erkekler eğleniyorlar. müzik var.. ne tuhaf bazen..
onun önündeki midye dolmacı çocuk, yenmiş midyelerin kabuklarını birbiri ardına dizip tepsisinin boş yerinde, bir oyun oynuyor.
kaldırım taşı çizgilerine basmadan yürüyen birbirlerinden habersiz bir kaçı, daha farkında olmadıkları bir ur büyütüyor içlerinde, sonra öğrenecekleri.
taşrada bir baba, ergen kızının yatağına sokuluyor, şehvetten dönmüş gözleri ile.
bir diğeri en küçük oğluna veriyor öldürme görevini, yine kızının sevdiği ya da sevmediği ile yaşadığı utançtan kurtarması için aileyi.
aynı anda yüzmilyonlarca insan, hırıltılı sevişmeler ile dünyanın dört bir yanında.
{otobüs durağındaki kadın neden bazı sözcüklerin bir arada ya da ayrı yazılması gerektiğini, bu kadar önemseyişini anlamadığını düşünürken.}
ve dünya,
el ayak çekildiğinde, gece de.. ve hep..
bir öküzün boynuzları üzerinde duruyordu..
ve o mezarın toprağı
doyduğu soğuk yağmur suyunu, başlamıştı işte akıtmaya..