"Ucube" de denilebilecek türden acayip koskocaman bir yapı.
Yapının yarısını çok aşan bir bölümü, "enkaz" sayılabilecek türde iyice dökülüyor ve kırık dökük pencerelerinden güneşsiz kapkara bir gök görünüyor.
* * *
Bir bölümü; çatlak duvarları, rizesinden çıkmış kapılarıyla, iyi kötü biraz daha oturulabilecek durumda.
Onun da çatlak pencerelerinden sadece bulutlu bir gök ve arada sırada açarmış gibi olan bir güneş görünüyor.
* * *
Küçük bir bölümü ise; iyice düzgün, bakımlı, dayalı döşeli ve onun da balkonlarından sadece masmavi bir gökyüzü ile parlak mı parlak bir güneş görünüyor.
* * *
O "ucube" yapının içinde oturanların tümü, yapının sahipliğinde ortak.
Ortak ama, dayalı döşeli bölümde oturan yönetici, hiç iplemiyor o ortaklığı.
Ve kazara birileri; pencerelerinden sadece kapkara bir gök görünen enkaz içinde oturanlardan söz etmeye kalkarlarsa, dünyayı dar ediyor onlara...
* * *
O "ucube" yapının toplam durumuyla, içinde çekilenleri atlatmaya çalışmak mı; yoksa sadece küçük bir bölümünün balkonlarından görünen masmavi gökyüzüyle, parlak güneşten söz etmekle yetinmek mi?
* * *
Kendi uğraş alanına layık olabilme kaygısı; "durup dururken başını belaya sokmamak" ve hatta "aferin" almak sigortasıyla çatışınca...
* * *
"Çok ileri gitti salaklığına doymasın" saptamaları ve umursamazlığı da bunlara eklenince...
* * *
ister istemez Tevfik Fikret'in mısraları dökülmeye başlar ağzından:
Zulmün topu var, güllesi var, kal'ası varsa;
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
Göz yumma güneşten, ne kadar nuru kararsa
Sönmez ebedi; her gecenin gündüzü vardır.
* * *
Yazarlar Sendikası Başkanı şair Enver Ercan'ın yüreği, haset kıskaçlarının arasına sıkışmayacak bir iNSAN yüreği...
Bizim ömür takviminin yaprakları, 81'inci yaşın koşusunu da hızla bitirmeye doğru azalırken...
istanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ Genel Müdürü Nevzat Bayhan'ın da el vermesiyle bir dost toplantısı düzenlenmiş.
* * *
Adalet Ağaoğlu, Nedret Güvenç, Ali Poyrazoğlu, Ahmet Ümit, Coşkun Aral, Nebil Özgentürk ve sanatsal titreşimlerin dostlarıyla buluşuvermek...
* * *
Adalet'in tatlı anlatımlarıyla, yarım yüz yılı aşkın bir zamanın yeniden içinde uçmak; "Çemberler" piyesinin sahnelendiği yıllar...
* * *
Nedret'in esprili bir dantel örer gibi, "Mor Defter"in rol dağıtımındaki kulis dedikodularını şenlendirmesi...
* * *
Ali Poyrazoğlu'nun, "tiyatro değerlendirmesi"ndeki sağlam baskülü ve "Islıkçı"ya doğru açılan pergeli...
* * *
"Telefon Kimin için Çalıyor" da girince anlatımlara...
Ahmet Ümit de, "Rıza Bey'in Polisiye Öyküleri"ne kadar ışıklarını uzatınca ve içinde müstehcenlikten toplatılmışının da bulunduğu romanlara kadar sevecen bir kucaklama çıkınca ortaya...
* * *
Gözlerimin önüne 15 kişiyle kaldırdığımız Naci Sadullah'ın cenazesi geldi; son günleri Düşkünler Yurdu'nda eriyip gitmiş olan Sadi Tek; sessiz sedasız hayattan kopuveren Neriman Hikmet, Suat Derviş...
* * *
Gökdelenler ile gecekondular, davul zurna ile senfoni orkestraları, sık sık yolları kapanan köyler ile tatil kentleri ve başörtüsü ile bikini arasında; bir kalemle bir kâğıda layık olabilme tutkusunun, -karizman yeterli olmasa bile- özeninin yetmesi çabaları...
* * *
80'in de aşıldığı bir "son fasıl" da, dostlardan gelen bir zarafet ve gönül öpücüğü...
Gencecik yaşlarda bileklerimize vurulmuş kelepçelerin, bir ödüle dönüşmesi ve bir bataklıkta "yazı" emekçiliği balesine atılan dostluk karanfilleri.
* * *
Mardin ve Aydın kentleri benzeri, topraklarında binlerce yıllık bir geçmişi saklayan birikimlere omuz silkerek; kaleme kâğıda, kamera vizörüne, ramp ışıklarına burun kıvırmak ve ziyan zebil etmek topsuz tüfeksiz oyuncaklarına bir ömrü armağan etmiş olanları...
* * *
Neden?
"Ucube" bir yapının tümüne dikkati çekmek ve yaşanan çağın yaratıcı zemberekleriyle de buluşmak istedikler için...
* * *
"Ucube" yapının garip yöneticileri sadece kendilerine görünen masmavi bir gökle, parıltılı bir güneşten söz edilmesini isterlerdi.
"Varlıklı" olmasalar da, "var olma"yı yeğlemişleri, öfkeyle ezip yok etmeye çalışırlardı.
Ola ki onların da yerleri, küçük kara taşlar üstüne adlarının beyaz harflerle yazıldığı bir "Lanetliler Bahçesi"dir.
* * *
Bir de kocaman bir pasta vardı, üstünde bol bol mumun yandığı...
Bir nefeste değilse de, dostların da yardımıyla birkaç nefeste söndürdük mumları.
* * *
Sanıyorum şimdiye dek yaratılmaya çalışılmış aydınlıklar, yetiyordu bizlere ve onları tümden söndürmeye de kimsenin nefesi pek yetmiyordu.