bir mayıs akşamıydı
allah beni terk etmişti,
dilbilgisi ve imla,
kurallar, şiirler beni terk etmişti
aşık olabilecek kadar aciz,
iyi bir halt olabileceğini düşünecek kadar hıyardım
avuçlarımda bir çift kahverengi göz vardı
kırmızı bir ihanet vardı alnıma kazınmış
hiç çekinmeden ellerimi saçlarına buladım,
kan koktu tenim
damarlarımda yüksek dozda maddelerle
dolaşıp kadıköy sokaklarında
sana bu boktan satırları yazdım.
bir mayıs akşamıydı
ciğerlerimde zıvanaları söndürdüğüm bir vakitte
dumanlı bir kara tren gibi yakıp geçiyordu boğazımı nefesim
dağ olsan eteklerini titretecek kadar yalnız bir akşamda,
kilisenin hemen arkasında
kan kırmızı saçların çıktı sahneye
şarap kırmızı saçların
gün batımı saçların
saçların daha bir sürü güzel şeydi aslında
kilometrelerce süren papatya tarlası mesela
tuttuktan sonra dikenleri batıran, tutsak bir gül demeti yığınla,
ve kanatan,
kanatan,
kanatan sonrasında...
bir mayıs akşamıydı
elini tutmaktan ürken bir çocuktum o akşamda
dilimi uzatmak diline;
bildiğin güney kore sineması ulan!
kafanın üzerinde taşıdığın günbatımlarının
bu tür şeylere alışık olduğu coğrafyada
ağzımın içinde mevsimine geç kalmış kelimeler vardı
bir mayıs akşamıydı,
torbacım tutuklanmıştı
buna rağmen sana aşık oluyordum.