bir duvar vardı. önemli görünmüyordu. kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca
sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine
tırmanabilirdi. yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine
indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine.
ama düşünce gerçekti. önemliydi.
yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.
bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. neyin içeride, neyin dışarıda olduğu,
duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı.
mülksüzlerin henüz ilk cümlelerinde düşüncenin yarattığı ötekileştirme, aidiyet, güven ve özgürlüğü betimlemleyen yazarın romanı.