Hayatı oluşturan an lar ve anılar bütününün üzerinde durduğu kolonlar vardır. Bir romanın, bir öykünün iskeletine benzetebiliriz bunları. Tanrı bize bir hayat bahşetmiş ve adına kader denen bu iskeleti bir mimar oluverip çizmiştir. Yaşamların mimarı. Bizler ise bu iskelet ve kolonların etrafını an tuğlaları ile çevirip doldururuz. Bu kolonlara ya da iskeletlere bizler dönüm noktası demişizdir. Kimileri için bir ilk öpücük, bir kardeşin veya arkadaşın gülümsemesi, bir savaş trajedisi bir ölüm veya yeni bir hayat dünyaya getirmektir. Kimileri içinse çok daha farklı etkilerdir. Yaşamın, anlar bütününün karmaşıklığına ve subjelerin adedine göre tüm bu dönüm noktalarını kişiliğin bize sunduğu çıktılar olarak tanımlayabiliriz. Evrenin merkezinde, yani benim 24 senelik yaşantımda bu iskeleti ayakta tutan kolonlar bütünü hiçbir zaman bir karmaşa olmadı. Yaşamımın geçmiş 23 senesi boyunca bir düzenin içine girmeyip gelişigüzel yaşamama rağmen bu kolonlar, bu dönüm noktaları hiçbir zaman tahmin edilemez olmadılar. Bu ve gelecek güncelerimde sana hayatımdan ve bu hayatın kolonlarından bahsedeceğim
Hafızamın göğünde, rüzgarların zaman zaman savurup bilinç güneşini özgürlüğe kavuşturduğu, zaman zaman gökyüzünü boylu boyunca kaplayıp unutturmaya meyilli yağmurlara önayak olduğu bulutların varlığından haberdarsındır muhakkak. Bugün, az evvel telefonumu kapayıp belki de son kez duyduğum sesinin talimatlarını izliyorum şu an. Aldığım ödev gereği bu gece bulutlarım dağıldı ve aklıma gelen ilk anım annem ve babamı ilk evimin alçak balkonunda kahvaltı sofrasında görmem oldu. Ben henüz yürümeyi öğrenmemiş, bir örümceğin oturağında ilk adımlarımı atmayı öğreniyordum. Mutlu bir andı o an eminim. Ses yoktu hiç. Kafamı sağa doğru çeviriyordum ve bir bebek boyuna göre dev bir ormanı andıran ayçiçeklerini ve bahçeyi çerçeveleyen duvarların yüksekçe uçlarını görüyordum. Tekrar sola döndüğümde ise bana elleri ile gel yapan annem ve babam vardı. Birkaç saniye dünyaya dair hatırladığım ilk şeylerdi bunlar. Evrenimin düzenini, bağlarını kurduğum ilk anlarım.
Düşünme yetimi kontrolüme aldığımda ise uzağımda olup bana gel gel yapan adlarını bildiğim ilk arkadaşlarım olmuştu. Benim gibi etten ve kemiktendiler. Aynı dili konuşup aynı oyunlar ile eğleniyorduk. Yine de tarifi zor bir his sürekli bana farklılığımı fısıldıyordu. Hiçkimsenin benimle aynı olmadığını tüm insanların, tüm bebeklerin, yetişkinlerin ve çocukların yaşamımın hiçbir evresinde benim gibi düşünüp benim gibi hissetmeyeceğini ve aynı beden kıyafeti altında olsak bile içimizde bir yerlerde bu dünyadaki iki farklı türün farklı üyeleri olduğumuzu söylüyordu. Bu his, bu vebalı düşünce ben yaşamımı sürdürdükçe peşimi bırakmadı. Annem ve babam, akrabalarım, ilk arkadaşlarım, ilk flörtüm, ilk sevgilim ve peşi sıra gelen hayatımın tüm obje ve subjeleri bundan nasibini ister istemez aldılar. Şimdi bunları düşünürken aklımdan geçen şey ise kurduğum tüm ilişkileri sağlama oturtmama engel olan bu hissin oluşmadığı tek kişi olan sen ile nasıl olup da yürütemediğimiz. Tüm bu farklılıklar kendimi, kendi iç dünyamı tüm bu yabancı soğrulmalardan korumamı öğütledi durdu bana. Fakat sen ve ben o kadar aynı idik ki hissettiğim korku kendime olan korku idi. Bir ayna ile savaşırcasına savaştık. Ve yine bir aynayı öpercesine sevişip durduk. Tüm bu öpüşmeler, tutkunun anların içinde eriyip gidişi, vücut ısılarımızın bedenlerimize yayılışı ve nihayete bir türlü eremeyişimiz. Bunların bütünü daha önce yaşadığım her şeyin gerçelliğini zan altında bırakırcasına canlı idi. Tartışırken öylesine tıkanıyordum ki bu dışarıya ses vermeksizin düşünce gücü ile kendimi alt etmeye çalışmak gibiydi. Kendimle satranç oynamayı hiç beceremediğim gibi senle kavga etmek işinde de başarılı değildim.
Kolonlardan bahsetmiştim yukarıda. Hayat kubbemin altındaki en ihtişamlı kolon seninle tanışmam oldu diyebilirim. Bir önceki paragrafta bahsettiklerime eklemem gereken şey ise hayatımda aldığın rolün diğerlerinden çok farklı olarak beni alışageldiğim düzenden ya da düzensizlikten farklı bir nehir yatağına kaydırmış olman. Senin kelimelerinle kıskanç, klasik, tekdüze ve kendimi anlatamayışımdan kaynaklanan sıkıcı bir geleneksellik. Bana göre ise sorumluluk hissinin verdiği sağlam basmak ve sahiplenmekten kaynaklanan seni kendime hapsetmek ve sana hapsolmak isteyişim. Bu kelimeleri sen sevmesen de, yaptığımız her hata, birbirimize ve birbirimizle işlediğimiz her günah ikimizinde içselleştirdiği kişilik çatışması haline büründü. Hatalardan ve günahlardan ibaret değildik ikimiz de. Seni kızdıran, küstüren her davranışımın temelinde yatan hiçliği hep bildim, hep gördüm. Aksiyonlar çok kesin ve acımasız gözükse de gözün görmeyip kulağın işitmediği yerlerde keskin hiçbir kenarın olmadığı ve dahi sertliğe, taşlaşmışlığa en küçük bir yer tahsis etmediğime emin ol.