son yazısı gayet net ve güzel;
Olurdu olmazdı derken nur topu gibi bir fiili başkanlık sistemimiz oldu.
Cumhurbaşkanı seçiminden önce, Erdoğan işlerin böyle gelişeceğini söylemişti. AK medya da sarayda yapılan ilk kabine toplantısını başkanlık sisteminin ilk adımı ilan edip kutlamalara girişti. Gerisi, fiili durumu resmileştirmek, yani Anayasa değişikliğiyle Türk usulü başkanlık sistemini yasalaştırmak.
Zenginin parası fukaranın çenesini yorarmış Fiili duruma itirazı olanlar hala işin anayasal boyutunu, olurunu olmazını tartışıyor. AKPnin lümpen savunucularıyla arasına mesafe koyma çabasındaki bir takım da bu tartışmaları ciddiye alır görünen analizler falan yapıyor. Sanki, halihazırda iyi kötü bir anayasal düzen var, sanki iyi kötü hukuk sistemi çalışıyor, sanki cumhurbaşkanı ve iktidar, bunları dert ediyor.
Tam bir parti devletine doğru
Oysa, bırakın fiili başkanlık sistemini, bu ülkede artık fiili bir yeni rejim altında yaşıyoruz. Bu koşullarda Ulu Önder Erdoğan ve iktidar partisi ne yapıyorsa yasal ve meşru olan o. Yoksa, ortada fiili başkanlık sistemi dahi yok, basbayağı cumhurbaşkanının her alana kolayca müdahele ettiği enteresan bir durum var.
Bu durumun özeti şu: Türkiye tam bir parti devleti olma yolunda ilerliyor. AKPliler bunu gizlemiyor, tam tersine gerekçelendiriyor.
Diyorlar ki: AKP yönetimindeki Türkiye vesayetçi eski sistemi ortadan kaldırdığı için dört bir yandan saldırıya uğruyor. Dolayısıyla söz konusu olan muhalefet değil, eski rejim yanlıları ile Yeni Türkiye projesi arasında büyük bir milli mücadele. O yüzden bu güçlere karşı topyekun bir harekatın gerekleri yapılıyor.
Yine diyorlar ki: Asıl mesele daha da derin; AKP yönetimindeki Yeni Türkiye Müslümanlara bunca zaman eziyet eden küresel sisteme başkaldırdığı, ümmetin liderliğine soyunduğu için dış düşmanların hedefi oldu. Her kim ki AKP ve Yeni Türkiye projesine itiraz eder, o dış düşmanlarla işbirliği yapan bir vatan hainidir, cezasını çeker. Sistem, rejim, devlet, yasa ise bu istikamette değişime uğramak zorundadır. Değişimin henüz yasallaşmadığı alanlarda da fiili durum devreye girer.
Devrim, devlet, halk
Bir muteber yazar, 2002 devriminden sonra devlet-siyaset ayrımının büyük ölçüde bittiğinden ve bu ayrımın anlamsız olduğu gerçeğinin anlaşılmasından söz ediyor (Star, 15 Ocak 2015).
Daha rütbesiz bir diğeri, Erdoğanın zihin dünyasındaki devlet ser levhası altında, liberallerin küçük devlet anlayışına karşı, Erdoğan Türkiyeyi tarihsel geçmişinde olduğu gibi yeniden güçlü, büyük ve etkin bir devlet haline getirmeye çalışıyor diyor; Erdoğan ve Davutoğlunun zihin dünyaları devlet konusunda tam örtüşüyor diye yeni durumu izah ediyor (Star, 17 Ocak 2015). Yeni devlet anlayışı, azametli ama halkıyla barışık olacakmış.
Barışık olunan halkın kimlerden oluştuğu ve oluşmadığı malum, her gün tanığı oluyoruz. Yeni Türkiyeye itirazı olan halk olmuyor; düşmanların maşası, işbirlikçisi, hain oluyor. Üniversite harcını protesto etse gaz yiyor, üç kişi toplanıp basın açıklaması yapsa sopa yiyor, gözaltına alınıyor.
Anlamak zor
Yeniden Milli Mücadeleci abi hatırlatıyor; Türkiyenin başarı hikayesinin Yahudi lobisinin yanında, islam coğrafyasına yönelik sömürgeci hedeflerini terk etmemiş olan odaklar için engellenmesi gereken bir süreç gibi görüldüğünü unutmamak gerekiyor (Star, 18 Ocak 2015).
Bu abinin ve onun aklında olanların, Türkiyenin son 10 yıllık AKP iktidarında ekonomik büyüme, din ve vicdan özgürlüğüne yönelik baskıyı ortadan kaldırma gibi makul oranda başarı olarak görülebilecek icraatından, nasıl küresel güçleri korkutacak bir şahlanış çıkardığını anlamak zor.
Nihayetinde, ekonomik büyüme denilen, küresel ekonomik ağ içinde, üretime dayalı olmayan bir işletme başarısı. Bunu gerçekleştiren bir iktidar, olsa olsa belli oranda bir refah düzeyi gerçekleştirir. Dahası bunun küresel güçlere meydan okumakla hiçbir alakası olamaz.
Biri izah etse
Diğer taraftan, ümmete öncülük meselesi de bir iddiadan ibaret. Bu iddianın bırakın küresel sistemi huzursuz etmeyi, Türkiyeyi sistem dışına çekmek dışında hiçbir sonucu, karşılığı yok. En son girişim Suriyede söz sahibi olmaktı, o plan da elde patladı, eee, daha ötesi ne?
Hem ne yapılacak da ümmet kurtulacak? islamofobi kampanyası açmakla mı? Batı karşıtı tirad atmakla mı? Mısırdaki ümmet ABD yardımıyla karnını doyuruyor, Suudi Arabistandaki ümmet, dini, muhalifleri kırbaçlatmak, kadınlara otomobil sürmeyi yasaklamak sanıyor. Irak ve Suriyede berbat yönetimler devrildikten sonra perişan olan ümmetin bir kısmı, eski kötü günleri özler hale gelmiş; diğer kısmı IŞiDden, Kaideden medet umuyor. Libyada birbirini öldürüyor
Büyük Yeni Türkiye ne yapacak da bu durumu değiştirecek? Bölgeyi besleyecek ekonomisi mi var, geleceğe dair ciddi bir teklifi mi?
Bu ümmet zaten yüz yıldır Batıyı suçlayıp duruyor. Türkiyenin bu kervana katılmak dışında hangi atılımı, başarısı küresel güçleri harekete geçirdi? Merak ediyorum, biri izah etse iyi olur.
Yeni Türkiye denilen
Mevzu uzun, o nedenle şimdilik toparlayalım: Yeni Türkiye denilen, seküler otoriter bir düzenin yerini, muhafazakar-islamcı bir yenisinin alması.
Üstelik bu, başlangıçta olduğu gibi ılımlı bir geçiş süreci olmaktan çıktı. Süreç, nihayetinde küresel çapta ümmetin mücadelesinin bayraktarlığı kisvesine bürülü radikal bir dönüşüm hamlesine döndü.
Başkanlık sistemi, siyasal sistem tartışması değil, çok daha büyük bir kopuşun sembolü haline geldi. Artık adı da kondu: 2002 Devrimi.
Devrimler çok acı tecrübelerdir
Zamanında Etyen Mahçupyanın Halk ihtilali tanımı çok tepki toplamıştı. Oysa bu tanım, çok da yanlış değildi. Sorun, gerek Mahçupyanın, gerekse bu tanıma itiraz edenlerin, geçmişten gelen sol reflekslerle, içinden halk, ihtilal, devrim geçen her kavrama olumlu anlam yüklemesiydi.
Evet, Türkiye bir devrime tanık oluyor, devamı da gelecek. Ama unutmayalım, devrimler uzaktan bakanların sandığının aksine toplumlar için çok acı tecrübelerdir.