ilkokul 3. sınıftaydım. öğretmenler günü nedeniyle öğretmenimize hediyelerimizi vereli bir hafta olmuştu. öğretmenimiz bayandı, hediyeyi de annem seçmişti, bir bayan çorabı. derste öğretmenim her yanımdan geçtikçe , ben büyük bir merakla, giydiği
çorabın benimki olup olmadığını incelemekteydim. aldığım çorabı giydiyse çok mutlu olacaktım. çocukluk işte. giydiği çorabın da
benimki olup olmadığına bir türlü karar veremiyordum. bir gün derste daha yakından görmek için sıranın kenarından eğilmiş, burnumu neredeyse bacağına değdirecek kadar yakınlaşmıştım. aniden arkaya dönen öğretmenin şaplağı sağ kulağımın üstünde patladı. neye uğradığımı saşırdım. suçüstü yakalanmıştım. öğretmenim ''yarın velin gelsin !'' dedi. sınıftakiler de ne olduğunu anlamadıkları için çok şaşkındılar. teneffüste ne olduğunu sordular, ben utancımdan hiçbir şey söylemedim, hep ağlamaklı oldum.
ama arkamda oturan ve her şeyi bilen ayşe olalyı ballandıra ballandıra herkese anlattı. gülmeler, alay etmeler, dalga geçmeler gırla
gitti...
eve gidince anne ve babama durumu anlattım. babam, ben gitmem deyip okula annemi gönderdi. öğretmen sınıfta durumu açıklayıp beni akladı. her şey yoluna girdi. bir daha da öğretmenler günü hediyesi olarak çorap almadım. fakat beni asıl dumur eden şey 5. sınıfa geldiğimde öğretmenler gününde gerçekleşti. öğretmenime güzel bir tükenmez kalem aldım. kalemi çok beğendi
kalemin tepesiyle oynadığı zaman kalemden çıkan ''çıt çıt çıt !'' sesini ta oturduğum yerden duyardım ve ne zaman ayşe bana bakıp gülümsese, içimde de başka bir ''çıt çıt çıt !'' sesi duyar gibiydim...