aylardır alıp incelemek aklımda olduğu halde, edebiyat adı altında yayımlanan süreli yayınların içler acısı genel hali yüzünden çok da önemsememiş ve piyasaya çıkışından kaç yıl sonra ilk defa alıp okuduğum, gazete kağıdına basılan dergilerden biridir. bu aylık süreli yayınları gazete kağıdına ve boyutunda basma kısmı çok acayip bir rant. zira derginin içi boydan boya reklam dolu, fiyatı maliyetinin yanında çok çok fazla ve satışları da bildiğim kadarıyla çok iyi gidiyor. saçma sapan bir nostalji romantizmiyle bu kağıt kullanımından elde edilen rantları akıl almaz bulsam da, bahsedeceğim asıl nokta söz konusu derginin içeriğidir.
ot'u merak etmemin en büyük nedeni, adından bile vıcık vıcık popüler kültür damlayan bir yayın ile sezai karakoç gibi isimlerin bir arada anılmasıydı. sonuçta fotoğraf çektirmeyi bile reddeden bir adamla, ece temelkuran, metin uca, nejat işler gibi tiplerin aynı ürün üzerinden anılması kulağa oldukça tuhaf gelmiştir. velhasıl ocak sayısını alıp, yaklaşık 5-6 saat içinde baştan sona tamamını okuyup dergi hakkında belirli bir fikir edindim.
birinci nokta derginin kendi hakkındaki beyanının 'edebiyat ve mizah dergisi' olması. içinde mizaha dair bir şeye rastlayamadım - tabii eğer sıradan bir yazının yüzde 60'ının küfürden oluşmasını komik ve eğlenceli buluyorsanız beklentilerinize cevap verebilir. edebiyata dair ise pek az şey var. bir kış akşamı verilen molalarla 5-6 saatte tamamı bitirilebilen bir 'derin' edebiyatla karşı karşıyayız. dergi, yazıları yer alan yazarların ezici çoğunluğundan da anlaşılacağı üzere, edebiyat değil bir popüler kültür dergisidir. popüler kültür iyi midir, kötü müdür? bence iyiliği kötülüğünden ziyade, kaçınılamayacak bir şey olduğunun bilinciyle rasyonel bir çizgide durmak daha mantıklı. ve yine bence popüler kültürün de nitelikli ürünleri olabilir. yani ot dergisi'in popüler kültür dergisi olmasında benim açımdan hiçbir sorun yok. kendilerini edebiyat dergisi olarak tanıtmasalar benim gibilerin gözünde daha saygıdeğer olabilirler.
tabii saygıdeğer olamamalarının tek nedeni kendilerini yanlış tanıtmaları olsaydı, bu nokta kolaylıkla göz ardı edilebilirdi. hemen hemen her sayısının kapağına muhafazakarların (ya da hükümete sempati duyanların diyelim) ilgisini çekip satın almalarını sağlayacak bir takım fotoğraflar yerleştiren dergide, siyasi içerikli olmayan ve siyasi içeriği hükümet karşıtı olmayan tek bir yazıya rastlanmamaktadır (ocak sayısında bu tarz içeriği olmayan sadece tarık tufan'ın yazısı var - onunki de zaten her zamanki gibi suya sabuna dokunmayan romantik islamcı çizgisinde. bir de azer bülbül ile ilgili birkaç kısa yazı vardı sanırım). evet, sözümona tiyatroya, edebiyata, sinemaya, müziğe dair her şey ama her şey hükümetle ilgili ve nitelikli bir edebi ürün verilmeyen yazıların tamamında bu farkında olunan niteliksizliğin suçlusu başta hükümet, sonra da onu destekleyen kitle. bu yazıları yazanlar ve bunları takdir ederek okuyanlar bu şekilde yaşamaya nasıl dayanıyor, anlamıyorum. her konuda sürekli belirli bir şeyi suçlamak üzerine insan hayatı nasıl inşa edilir, düşünce dünyası nasıl gelişir ve nasıl çok düşünüp her şeyin farkında olduğuna kendisini ikna edebilir?
belirli bir insan grubunda uzun zamandır gözlemlenen gezi romantizmi derginin ana akımı denilebilir. ünlü birilerine ait olduğu iddia edilen sözde de bahsi geçtiği gibi, insanlar olayları, sözleri ve davranışları unutabiliyor ama nasıl hissettiklerini unutamıyorlar sanırım. yani gezi'nin nasıl ve ne amaçla geliştiğine dair onlarca itiraf bir yılı aşkın süredir ortalıkta uçuşup duruyor, azmettiricilerinin şu anki çizgileri ortada ama gezicilerin bir çoğu tatlı hatıralarını unutamıyor. devrim yapma simülasyonunun çok güçlü bir afrodizyak olduğunun, kişilerin kendilerini patlatmalarına neden olacak kadar somut sonuçlar doğurmasıyla kanıtlandığını zaten biliyoruz. kendilerini okumuş yazmış aydın sayan tiplerinse böyle bir baştan çıkarılmanın etkisinden hala kurtulamaması çok acayip. hadi bunda da çok kritik bir sorun yok diyelim - zaten memleket ağzına kadar bu tip akredite kültürcü 'entelektüel' dolu. ancak iki yazıdan birinde rastlanılan berkin elvan isminin yanında bir kerecik bile yasin börü ismine rastlanılmamasının tuhaflığını kendileri algılayabiliyor mu acaba? insan sırf evrensellik ayağına göstermelik de olsa (nasıl kapağa bir muhafazakar-çekici konuluyorsa) bahsini eder. herkes herkesin acısıyla dertlenmek zorunda mıdır? değildir, zaten dertlendiğini iddia eden de sahtekardır. ancak kişi kendini aydın diye tanıtıyorsa, en azından empati kurmaya çalışmak zorundadır.
bir de birkaç yazıda rastladığım bariz halk düşmanlığı fevkalade itici ve yansıtılmaya çalışılan imaja çok ters olmuş. yalnızca klasik ve her yazıdan fışkıran 'kitle anlamaz', 'halk cahil' tarzı bir düşmanlıktan bahsetmiyorum. birol tezcan, onur gökşen denilen adamların kelimelerinin arasına sıkıştırılmış muazzam nefret ve hatta tiksinme dikkatimi çeken. la'lı, lu'lu, küfürlü, taşralı bir dil kullanılınca halk adamı olduğu izlenimi vereceğini düşünen adamlarla dolu bir dergide, bu tip yazılar iyice sırıtmaktadır.
kendine göre az buçuk ünlü olmaktan başka bir özelliği olmayan adamlara yazı yazdıran çok derin edebi dergi ise bu başlığın konusudur.