etrafında gördüğün kanser hastalarının yaşadıklarını az çok biliyorsan, biraz biraz okumuşsan, sonunun ne olacağını bilerek başladığın yolculuk.
bir akşam yurtta bilgisayarda takılıyorum. annem ile rutin yarım saat günlük konuşmamız var, aradık konuşuyoruz. babanın da sesi kısıldı diyor. grip filandır diye diye üç hafta beklemişler. interneti açıp bakıyorum, gırtlak kanserinin belirtilerindenmiş, sonuçta internet, her şeyi abartır, ama konu baba olunca, insan ciddiye alıyor bir şekilde.
araştır araştır, bir sitede bir doktorun numarası verilmiş, arıyorum, olabilir diyor, üç hata sürmüşse doktor kontrolü gerekir.
ikna ediyorum, memlekette doktora gidiyorlar, "bu bizi aşar" deniliyor. araya aracı sokuluyor, hacettepeden sıra alınıyor, "önemli bir profesör". bir kaç gün içinde sonucu çıkar diyerek parça alıyorlar. henüz hiç bir şeyin farkında değilim.
o günler herkes ilginç bir rahatlık halinde. annem ile babam gergin, ama bize hissettirmiyorlar. zaman akıp geçiyor bir şekilde.
sonra deniyor ki gırtlak kanseri. hala aşırı gergin değilim, ameliyat olacakmış diyorlar. ameliyat ile alınacak büyük bir kitle. sonuç diyorum, "kanser temizlenecek, ama sesi kısık şekilde konuşacak", yarım ameliyatmış. tamamı alınsa delik olacak diyorlar boğazda, o nedenle yarım olacakmış.
ameliyat oluyor, ilk gördüğüm an ayaklarım kesildi resmen, her yerinde hortumlar bir şeyler. rengi solmuş, beti benzi atmış. dağ gibi babam, bilekleri benim kadar, yatakta, mecali yok. ilk kez böyle görüyorum onu, belli etmediğimi sanıyorum, abimin sert bakışı ile kendime geliyorum, sahte bir tebessüm etmeye çalışıyorum.
günler geceler boyunca hastanedeyiz, özel şekilde besleniyor, yemek yiyemiyor, su içemiyor. gıdım gıdım. detaylara girmeyeyim, ama çok zorlu bir süreç aynı anda okul da devam ediyor.
sonra psikolojisi bozuluyor, olur olmaz her şeye bağırıyor. psikolojik desteği kabul etmiyor. sanıyoruz ki kolay bir şey, adamın dengesi bozulmuş, yediğinden tat alamıyor, su içerken boğazına kaçıyor, öksürüyor sürekli. sesi gitmiş, fısıltı ile konuşuyor. sinirlenince bağıramıyor bile, bağırsa boğazı acıyor...
zaman bir şekilde akıp geçiyor, kontrollere gidiliyor, temiz çıkıyor, üç ayda bir. hiç sorun yok, iyileşiyor işte, aslan babam, bunu da yendik işte!
birinci yılında kontrole gidiyor annemler. sürekli olarak temiz çıktığı için lay lay lom modunda herkes. telefon çalıyor, "oğlum ne yapıyorsun", "iyi işte takılıyoruz filan, nasıl geçti, bi şey yok di mi" diyorum, sessizlik, boğazı düğümleniyor annemin, "hiç ameliyat olmamış gibi, hepsi aynen görünüyor filmde". buz gibi bir suya daldığında nasıl irkilirsen, bütün vücudumdan bir elektrik akıp geçiyor. "geçer annem, daha önce de yendi benim babam" diyorum, babamla konuşup kendimce moral veriyorum. telefonu kapatınca giriyorum yorganın altına, erkekler ağlamazmış, peh, ağlamak neymiş orda öğreniyorsun.
mr kontrolü vs. emin olmak istiyorlar, olmaz böyle bir şey diyorlar. sonunda emin oluyorlar, o olmaz dedikleri olmuş. ameliyat diyorum, "yine kesin alın", yok diyorlar, o bir kez olabilir. araştırılıyor, nasıl olur diye, bi bakalım diyorlar, tüm vücudu tarıyorlar. iş başka imiş, meğer tüm vücuda yayılmış, rapora bir bakıyorum, mide, kemikler, akciğer, her yerde! kanım çekiliyor, ne yapacağımı bilemeden, nefes almaya çalışıyorum.
o harika doktorlar, o profesörler meğer anlamamış, meğer en başta tüm vücutta varmış, meğer oradan yayılmış. ondanmış böyle kolay tekrar etmesi...
kemoterapi diyorlar. iğrenç bir şey. tüm hücrelerin de ölüyor. 6 kür diyorlar, 6 ay sürecek, her ay 4 gün. tüpler dolusu zehri veriyorlar canım babama. dayanıyor ama, inanın dayanıyor. ayakta duruyor, tüm hastalara moral veriyor. kendi içinde dünyası yıkılıyor, kendimden biliyorum, ona benzerim, dışarıdan zayıf görünmemek için, çocuklarının ve eşinin moralini bozmamak için dik duruyor, ama içten içe korkuyor, nasıl korkulmaz ki?
6 ay sonunda, iyileşti diyorlar, büyümeyi durdurduk, gerilettik, şimdi izleyeceğiz sadece.
3 ay geçiyor, tekrar kemoterapi gerekmiyor diyorlar, sorun yok.
3 ay daha geçiyor, "çok kötü yayılmış, eskiden de beter". vücudun her yerine yayılıyor bu sefer. meğer bizimki en kötü türü imiş, onlar da sık rastlamazmış böylesine. kemikler vs. her türlü köşebaşını tutmuş. yarayan bir şey yedirsen, tümöre de yarıyor. şeker yok, süt yok, et yok.
yine kemoterapi başlıyor, ama babam eskisi gibi değil. moral olarak da çökmüş halde. bedeni de eski gücünde değil. artık zehir bedeni mahvediyor, tümör ise ne yapılırsa yapılsın kaybetmiyor.
abimin düğünü giriyor araya, babam düğünde kınada oynuyor, "sarı zeybek" misali, dimdik ayakta, herkese neşe dağıtıyor. ertesi sabah, acıdan inliyor babam, katlanıyor vücudu acıdan, hastaneye zor yetişiyor, iğne üstüne iğne, dindiriyorlar o acıyı.
halisülasyonlar başlıyor. bir gece, "geldiler, beni almaya geldiler" diye cama koşuyor babam, yetişiyoruz, belki de camdan atlayacaktı. "ölüm korkusu" diyoruz. bir ilaç buluyoruz, geçiyor.
sonra ağrılar. kemikleri sarmış tümör, ağrı yapıyor. "normalde kimse dayanamaz" diyor doktorlar, aslan babam, bizi üzmemek için sesini çıkarmıyor. kim bilir ne acılar çektin... geçmiyor, iğneler, nerdeyse morfin düzeyinde, ama yetmiyor.
radyoterapi diyorlar. acıları geçer. ama ömrü kısalırmış, onu sonradan öğreniyorum, annem biliyormuş. doktora soruyor annem, nedir ne olacak diye, "çok fazla ümitlenmeyin, acılarını geçireceğiz ama" diyor. ben sanıyorum ki, "iyileşmez, çok ümitlenmeyin, ama acıları kesin gececek" dendi. meğer, "ümitlenmeyin, sonu ölüm, acısız olmasını sağlıyoruz" demiş.
artık hastanelerin bir şeye yaramayacağını düşünüyor ve memlekete gönderiyoruz babamı. annem de onunla beraber. bir hafta gitmiyorum, ikinci hafta da, telefonda sesi çok iyi geliyor. ben araştırıyorum, almanyada özel bir mama tipi besin varmış, vücudu güçlendiriyormuş ama tümör onu yemezmiş, yani çok iyi. ümitliyim geçecek bu hastalık, yine yeneceğiz!
sonra gidiyorum memlekete. dik oturuyor, koşarak sarılıcam, ama gözler, babamın gözleri ne halde? yuvasından çıkacaklar nerdeyse, bembeyaz, beyaz da değil, sarı bir ten. beni görüyor, rahatlıyor, içeri geçip yatıyor.
laf atıyorum, "mallorca da ne güzel oynuyor baba", oğlum boşver onu diyor, "benim derdim bana yeter". hiç böyle yapmazdı diyorum, neşeli adamdı, kalkar gelirdi. iş kötüye gidiyor.
bir gün sonra, ayağa kalkamıyor. bir gecede ne oldu sana baba? tuvalete bile gidemiyor, güçten düşmüş. o gün boyunca, kim anladı, ne oldu bilmiyorum, bütün akrabalar geldi, evde herkes. noluyo diyorum, bakınıyorum, herkesin bildiği bir şey var, bi ben anlamışım, bir iki güne kalmaz ölür modunda insanlar.
o gün boyunca yatıyor, artık bilinç kayboluyor. en son annesi geliyor uzaklardan, onu görüyor, tanıyor, o da son artık.
sırayla sevdiklerini çağırıyor, bilinç yok ama, bi şekilde hatırlıyor, herkes geliyor, helalleşiliyor, "tamam seninle işim bitti" diyor, "gidebilirsin". sonra, "şunu da getirin".
evde kuranlar okunuyor, yasinler. artık her şey net. olacak, olacak.
sabah oluyor, bu böyle olmayacak diyoruz, hastaneye gidiliyor. acilde yatarken kalp atışlarını kontrol eden cihaz ötmeye başlıyor, doktor doktor!
hemen yoğun bakıma alıyorlar. çıkıyor doktor, kalbi durdu diyor. yapma diyorum, annem burada, söyleme. söylüyor. içeri koşuyor.
az sonra geliyor tekrar, çalıştırdık kalbi diyor. aslan babam, yine pes etmedi! doktora gidiyorum, "çok ümitlenmeyin, sonucu belli" diyor.
içimden baba diyorum, bize yakışmaz. o da öyle düşünüyor. 3 yıllık kanseri boyunca, bir kez olsun güçten düşmüyor, kimseye muhtaç olmuyor babam. kimseden yardım istemiyor. son güne kadar ayakta duruyor. zaten güçten düştüğünü anladığı gün bırakıyor mücadeleyi. yine kimseye yük olmak istemiyor, çekip gidecek bu dünyadan.
çıkıyoruz odasının olduğu kata. beklerken ablamla amcam gidiyor odasına. yengemin dizine yatmışım bekliyorum. geliyorlar, ablam ağlıyor, ne oldu diyorum, "bitti" diyor amcam. bağırarak kalkıp koşuyorum, doktora, "kaybettik diyor". "bitti".