neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    77.
  1. Gündeme bağdaş kurmuş, yahut hiçbir zaman gündeme gelme olanağı bulamamış sorunları didikleyip durmanın; ayıklaya ayıklaya kabak çekirdeği yemekten bir farkı var mı?
    * * *
    Şu sırada bendenizin sorunu, ikide birde buğulanan gözlük camlarıyla, sık sık sol kolumun üstüne düşen pantolon atkısı.
    Elbet de bunların çözümünü, Hazine'den geçinmeli "mevki sahibi" büyüklerimizden bekleyecek değilim.
    * * *
    Onun için de, yumuşacık özel bez sileceğiyle gözlük camlarını ovalayıp duruyor; sonra da pantolon atkısını yeniden omzumun üstüne oturtup, ayarını da biraz daha sıkılaştırıyorum.
    * * *
    Biraz sonra gözlük camları yine buğulanıyor, atkı yine düşüyor sol kolumun üstüne.
    Tıpkı dünkü Milliyet'te Can Dündar'ın yazısını bitirirken çın çın çınlattığı gibi:
    "Döne dolaşa geldiğimiz yer, 1924'teki noktadır".
    * * *
    Bir de bizim dairenin sorunları var; radyatörlerde hava biriktiğinden bir türlü yeterince ısınmıyor.
    Bir usta gelmişti; radyatörlerin havasını otomatik olarak boşaltacak musluklar almaya gitti, bulamadan döndü.
    Geçtiğimiz salı öğleden sonra gelip, sorunu çözeceğini söyledi.
    Ve bir daha uğramadı.
    * * *
    Mahallenin de herhalde bir yığın sorunu var.
    Ya peki istanbul'un sorunları?
    * * *
    1948 yılında Hürriyet gazetesi yayın hayatına başladığı günlerde, gazetenin sahibi Sedat Simavi ile Ankara Palas'ta karşılaşmıştık. Yine kendisinin sahibi bulunduğu "Yedigün" dergisiyle de, ta lise yıllarından beri ilişkili olduğum için tanışıyorduk.
    * * *
    Sedat Simavi, mütevazı bir tiraja razı olduğunu söylüyor ve:
    - Son Posta'nın peşine takılsak yeter, diyordu.
    Son Posta'nın tirajı ise 20-25 bin arasındaydı.
    * * *
    Nasıl olduysa oldu, beklenmedik bir tiraj patlaması yarattı Hürriyet.
    Babıali basınında ilk kez, 1'inci sayfadan güreşçilerimizin fotoğrafları yayımlanıyordu.
    Gazetenin yazar kadrosu ise "âl-ül âlâ" idi.
    Refik Halit de yazıyordu, Sait Faik de, ibrahim Alaaddin de, Ebululâ Mardin de, Samih Tiryakioğlu da...
    Yayın hayatına yeni başlamış olan Hürriyet'in, üstünde yoğunlaştığı konuların başında Kıbrıs sorunuyla, "demokraside atılması gereken adımlar" sorunu geliyordu.
    * * *
    Sedat Simavi'nin yazdığı başyazılarından biri ise; Falih Rıfkı'yı hem afallatmış, hem de biraz germişti.
    Çünkü başyazının başlığı, "Düdüklü tencere" idi.
    * * *
    O tarihlerde de, bir yandan demokrasiye övgüler düzenlenir; bir yandan da, "Vatan, millet, Sakarya" nutukları atılırdı.
    O tarihlerde de, siyasal polemiklerde en büyük suçlama "hilafetçilik" ve "bölücülük" üstüneydi.
    Yığınların yoksulluğundan söz etmek ise, "komünistlik" idi.
    * * *
    Öyle ki en sonunda Orhan Veli, "Ciğercinin kedisinden sokak kedisine" diye "Cevap" başlıklı bir şiir yazmıştı:
    Açlıktan bahsediyorsun
    Demek ki sen komünistsin.
    Demek bütün binaları yakan sensin.
    istanbul'dakileri yakan sen,
    Ankara'dakileri yakan sen...

    Sen ne domuzsun, sen!
    * * *
    Bütçeden, hangi bakanlıkların ne kadar pay aldığından, -tıpkı bugünkü gibi- kimsenin haberi yoktu.
    Demokrasiden sapılmayacaktı, ama Savunma bütçesine de dil uzatılmayacaktı.
    * * *
    Gözlük camları yine buğulandı, pantolon atkısı da işte yine düştü sol kolumun üstüne.
    Bu, bendenizin sorunu; Hazine'den geçinmeli "mevki sahibi" büyüklerimizin sorunu değil.
    * * *
    Bir istanbul depreminin yaratacağı belalar da; arada sırada oturmaya başladı gündeme.
    Öyle bir deprem felaketi de, elbet bir sorun.
    Ancak kimin sorunu, kime ait bir sorun; pek belli değil.
    Benzetmek gibi olmasın ama, istanbul'un trafik sorunu gibi.
    * * *
    Bazı politikacılar için:
    - En büyük çözüm, kulak ardı edip görmezlikten gelmektir.
    Bazı bürokratlar da, şu inançtadırlar:
    - Benden atlasın da, nerede patlarsa patlasın.
    * * *
    Ateş üstünde unutulmuş düdüklü tencereden tıngırtılı seslerle buharlar tütmeye başlamasına akıllar takılmasın.
    Önemli olan büyüklerimizi kızdıracak konulara dil uzatmamak.
    * * *
    Ama demokratik özgürlüklerimizi kullanarak, sessizce dil çıkarabiliriz.
    Yetmez mi?
    * * *
    Üstelik Milli Takımımız da, Avrupa Şampiyonası'na katılma hakkını kazandı.
    * * *
    Hay Allah, yine şu gözlük camlarıyla, şu atkı...

    çetin altan
    0 ...