Özellikle erdem beyazıt'li sahneleriyle beni
benden alan dizidir. bir erkeğin en başta sevdiği
kadına, sonra diğer tüm kadınlara karsı böyle
kibar ve düşünceli davranması, diziyi izlerken
sürekli, "keşke o dönemde yaşayıp böyle bi
adamı hakedecek biri olsaydım" diye düşündürüyor insana istemsiz.
karisi naciye'ye yazdığı mektuptan bir alinti:
"Güzelim, güzel sıfatına en çok gidenim.
Sana yazmak bir mum yakıp ona bakmak gibi.
Kısık ateşinle dev bir ilimle yükseliyor aklımda
yüzün.
Yeşil ve keder yüklü bir gemi olup su alıyor, öpsem de huzura kapatsam dediğim helal gözlerin. Naciyem, aynı yastığa baş koymamıza günler kaldı sadece.
Gözlerimi kapatınca, sadece o yeşil ve pervasızca yüreğimi kucaklayan gözlerini görüyorum,
yaralarıma değiyor o gizli karasıyla, değiyor
canımdan herbir parçaya. Kendimi böyle böyle iyi ediyorum.
Tutup kendine çekiyor yorgun yalnızlığımı saçların.
Yasemin kokusuyla sevaba sokuyor aklımı.
Bir tebessümüne değip gönlümden 'ah' diye
geçiyor hasret.
Bağrına basıyor yorgun başımı içinde kendimi uyuttuğum helal yüreğin.
Naciyem, aynı mumun ışığında geceye
gülümseyecek yakında yüreklerimiz.
Hiçbir yeri olmayacak evimizde zehre bulanmış
dokunaklı kederin."
zaten bir erkeğin sevdiğine kullanacağı en güzel sıfat "güzelim" değil de nedir?