bu bir devlet krizidir

entry4 galeri
    1.
  1. Devlet Krizi

    18 Nisan 1999 seçimlerinin ardından kurulan Bülent Ecevit başkanlığındaki üç
    partili koalisyon hükümeti bir yıl sonra Nisan 2000'de belki de en zor günlerini
    geçiriyordu. Birçok kişi hükümetin kendi kendine büyük bir sorun yarattığını ve
    altında kaldığını düşünüyordu ama kazın ayağı pek öyle değildi.
    1993'te Özal'ın ani ölümüyle başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına atlayan
    Türkiye'nin en kıdemli politikacısı Süleyman Demirel'in görev süresi Mayıs
    2000'de doluyordu. Anayasaya göre cumhurbaşkanları 7 yıl için seçiliyordu ve bir
    daha seçilmeye hakları yoktu.

    12 Eylül askeri yönetimi tarafından konulan siyasi yasaklar 1987'deki
    referandumda kıl payı bir oyla kaldırıldıktan sonra yeniden siyasete ve
    kurdurdukları partilerin başına geçen eski liderlerden kendisini en fazla
    yenilemiş görünen Süleyman Demirel'di. 40 yıla yakın bir süredir Türkiye'deki
    sağın liderliğini yapan bu becerikli ve kıdemli politikacı yaklaşık sekiz yıldır
    oturmakta olduğu ünlü Güniz Sokak'taki evinden politik alana açıkça çıkınca
    gerçekten de iyi bir performans göstermişti. Aslında askeri yönetimin egemen
    olduğu sıralarda perde arkasından yönettiği ve adının baş harflerinden dolayı
    "Demirel'in Yeni Partisi" denen DYP'nin başına geçtiğinde sosyal demokrat
    olduğunu söyleyenlerden daha ileri laflar ediyor, "Karakolların duvarları camdan
    olacak" demeye kadar işi vardırıyordu. Bilge bir siyaset adamı havasına bürünen
    Demirel, 70'e yaklaşan yaşının olgunluğunu da kullanarak "Kendim için bir şey
    istiyorsam namerdim" diyerek halkın karşısına çıktı ve 1991 seçimlerinden en
    çok oyu alarak başbakan oldu.

    Ama iki yıl sonra, koalisyon ortağı SHP'nin de desteğini alarak Mayıs 1993'te de
    cumhurbaşkanlığına seçilirken bu sözünü hatırlatanlara daha eskiden verilmiş
    yanıtı da hazırdı; "Dün dündür, bugün de bugün!"
    Her neyse, Çankaya Köşküne çıktıktan sonra "bilge devlet adamı" rolüne uygun
    davranmaya özen gösteren Demirel, özellikle 1997 yılında meydana gelen ve
    gerçekleştirenlerin de "post-modern darbe" diye adlandırdıkları "28 Şubat süreci"
    sırasında önemli bir rol oynadı.
    Necmettin Erbakan'ın başkanlığındaki Refahyol hükümetinin devrilmesini
    sağlayarak ordunun "post-modern olmayan darbe" yapmasını engellemiş bir
    "demokrasi kahramanı" kesilen Demirel'in en azından bir süre daha Çankaya'da
    kalması gerekiyordu. Genelkurmay Başkanı'nın "gerekirse daha bin yıl sürer"
    dediği 28 Şubat süreci henüz sona ermemişti ve Çankaya'da güvenilir ve
    tecrübeli birisinin bulunması gerekiyordu.

    işte bu durumu dikkate alan Ecevit yeni cumhurbaşkanının seçilmesi gereken
    Nisan 2000 yaklaştıkça kara kara düşünüyordu. 70'li yıllarda en büyük kavgaları
    yaptığı Demirel'i artık o da çok takdir ediyor ve çok iyi anlaşıyordu. Kendisinin
    başbakan Demirel'in de cumhurbaşkanı olarak bir süre daha ülkeyi birlikte idare
    etmelerinde sayısız fayda görüyor ve ne olursa olsun, mevcut statükoyu Mayıs
    2000'den sonra da sürdürmenin formülünün bulunması gerektiğine inanıyordu.
    Nitekim hükümet ortakları MHP ve ANAP'ın aslında gönüllerinde yatan başka
    aslanlar olmasına rağmen, devletin "etkili ve yetkili" çevrelerini de arkasına alan
    Ecevit, Anayasanın ilgili maddesinde değişiklik yapılması için harekete geçti.
    Hazırlanan değişikliğe göre, cumhurbaşkanlarının 7 yıl için ve sadece bir kez
    seçilmesini öngören madde 5 yıl için ve iki kez seçilebilecekleri biçiminde yeniden
    düzenlenecekti. Böylece 7 yıldır görev yapmakta olan Demirel'e 5 yıl için bir kez
    daha seçilme şansı yaratılmış olacaktı.

    Demirel için yapılması düşünülen bu değişiklik kamuoyunda da, parlamentodaki
    partilerde de pek hoş karşılanmıyordu. Durumu garanti altına almaya çalışan
    Ecevit, milletvekillerinin desteğini sağlamak için emekliliklerini ve özlük
    haklarını istedikleri gibi düzenlemeyi engelleyen Anayasa maddesini de
    değişiklik paketinin içine alıyor ve bununla da yetinmeyip hakkında kapatılma
    davası açılan Fazilet Partisi'nin desteğini almak için de partilerin kapatılmasını
    zorlaştıran bir değişikliği onlara yem olarak atıyordu.
    Tüm bu hazırlık ve tartışmalara bulaşmamaya özen gösteren Demirel yine
    "kendim için bir şey istiyorsam namerdim" diye ortalıkta dolaşıyor ve sorulan
    soruları "Ben bu olayların dışındayım, benim için yapılan bir şey yok" diye
    yanıtlıyordu.

    Bu arada 40 yıldır Demirel'le yaşamakta olan ve artık onunla öleceğinden
    kuşkuya kapılanlar "yeter artık" diye feryat ediyor, ülkenin Demirel'den de,
    Ecevit'ten de bıktığını ve 70 yaşını aşan bu politikacılardan artık kurtulmak
    gerektiğini haykırıyordu. Meclis içinde ise Ecevit'in hazırladığı rüşvet ve yemlere
    karşın durum çok sağlam görünmüyordu. Sadece muhalefet değil iktidar
    partilerine mensup milletvekillerinden de itirazlar yükseliyor, Ecevit ve pek
    gönüllü olmasalar da başbakana destek olan koalisyon liderleri kendi
    milletvekillerini kontrol etmekte zorlanıyordu.

    Bu Anayasa değişikliğinin Meclis'ten kolay geçmeyeceği belli oldukça Ecevit de
    öfkelenip, telaşlanıyor ve "Devlet krizi çıkar" diye kendince herkesi tehdit
    ediyordu. "Devlet krizi" derken ne demek istediği defalarca soruluyor ama yaşlı
    başbakan bunu bir türlü açıklığa kavuşturamıyordu. Herhalde kast ettiği "derin
    devlet"in bu değişikliklerin engellenmesinden hiç hoşlanmayacağı idi ama
    "demokratik hukuk devleti"ni ağzından düşürmeyen başbakanın bundan daha
    fazlasını söylemesi de beklenemezdi.

    Hükümetin bu adımının Meclis'te nasıl sonuçlanacağı pek belli olmamasına
    rağmen üzerinde ciddi bir şekilde durulacak cumhurbaşkanı adayları da ortaya
    çıkmıyordu. En ciddi görünen aday 28 Şubat'ın mimarlarından emekli general
    "balans ayarcısı" Çevik Bir olmuştu. Bir toplantıda cumhurbaşkanlığına aday
    olacağını açıklamış ama neredeyse anında işi bitirilmişti.
    Dolayısıyla ortaya çıkan tablo Demirel'e itirazlar olsa da "hem ağlarım, hem
    giderim" gibi anlaşılıyor ve Demirel'in 5 yıl daha Çankaya Köşkü sakini olmaya
    devam edeceği az çok kabullenilmiş gibi görünüyordu. Kendisi aleyhine açılan
    kampanyalardan canı sıkılan Demirel, "Ben şu anda bu tartışmaya taraf değilim,
    ne yapıyorsa hükümet yapıyor, Meclis karar verecek. Benim elim kolum bağlı,ama bir kavgaya girersem bazılarını anasından doğduğundan pişman ederim" gibi ağır laflar etmekten de kendisini alamıyordu. Ama herhalde onun da kanaati tüm bu kargaşaya ve itirazlara rağmen tavuklara bakmak üzere Güniz
    Sokak'taki evine dönmeyeceği, bir beş yıl daha Çankaya'da oturmaya devam
    edeceği yolundaydı.

    Böylece düşünülen Anayasa değişikliğine bağlı olarak Demirel'in yeniden aday
    olacağının kabullenildiği ve başka da hiçbir adayın isminin ortaya atılmadığı
    koşullar içinde Meclis'teki görüşmelerin ve oylamaların yapılacağı günlere
    gelindi.

    Görüşmeler sırasında gönlünde Çankaya aslanının yattığı öne sürülen Mesut
    Yılmaz'ın ANAP'ının yanı sıra MHP'nin de içinin pek rahat olmadığı
    anlaşılıyordu. Demirel Çankaya'dan inerse partinin içinin karışacağından
    tedirgin olan DYP'nin de değişikliğe oy vermesi bekleniyordu ama bu cephede de
    değişikliğe verilecek desteğin umulan kadar olmayacağı görülüyordu.
    FP'de ise genel merkez yönetimindeki "ak saçlılar" ile "yenilikçiler" arasında
    sorun vardı ve ikinciler Demirel'in süresinin uzatılmasına şiddetle karşıydılar.
    En sağlam bir şekilde duran Ecevit'in DSP'si gözüküyor, Ecevit sayesinde
    Meclis'e geldiklerinin farkında olan DSP milletvekilleri sağlık durumu pek de
    parlak görünmeyen liderlerini üzmemeye özen gösteriyordu.
    Bu koşullarda Meclis'te ele alınan Anayasa değişikliği paketi ilk turda gereken
    oranda oyu alamadı. Bütün partilerden fire vardı ve bütün partilerin sözcüleri
    veya milletvekilleri kamuoyuna "resmi" görüş açıklarken bir türlü konuşuyor,
    oylamalara girince "gerçek" görüşleri doğrultusunda davranıyordu.
    ikinci tur görüşmelere kadar geçen günlerde koalisyon liderleri durumu kontrol
    altına almak için yeniden kolları sıvadılar. Ancak durum pek umut vermiyordu.
    Nitekim ikinci turda da istenilen oy alınamadı ve Ecevit tam anlamıyla hüsrana
    uğradı.

    Herkes çıkacak " (bkz: devlet krizi)"ni beklerken Başbakan Ecevit şapkasından tavşan
    çıkarır gibi bir marifet sergileyecek ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet
    Necdet Sezer'i Meclisteki tüm partilerin liderlerinin desteğini alan
    cumhurbaşkanı adayı olarak kabul ettirecekti.
    Böylece Türkiye 10. Cumhurbaşkanına kavuştu ama bir süre sonra hukukçu
    cumhurbaşkanı ile başı dertten kurtulmayan Ecevit bu kez de Ahmet Necdet
    Sezer'in 7 yıl olan görev süresini hiç olmazsa 5 yıla indirmek için yeniden
    Demirel için kabul ettiremediği formül üzerinde düşünmeye başlayacaktı.
    Zorunlu olarak Çankaya'dan Güniz Sokak'taki evine dönen Demirel ise kızgındı.
    Ekim ayında siyasete gösterişli bir dönüş yapmak üzere hazırlıklara başladı ama
    başta kendi bankasını hortumlayan yeğeni olmak üzere, yakını, ailesi olarak
    kabul edilen iş adamlarına yönelik yolsuzluk operasyonları öylesine gelişti ki,
    değil siyasete dönmesi Demirel'in evinden dışarı çıkması bile zorlaştı.
    Şimdilik onun için uygun görülen en yüksek mevki Ombudsmanlık gibi
    görünüyor ama "aile fotoğrafı"nda yer alan şahsiyetlerle ilgili operasyonlar aynı
    hızla devam ederse gerçekten de "Kendim için bir şey istiyorsam namerdim" sözü
    boşlukta kalmayabilir ve kümesteki tavuklarıyla ilgilenmekten başka bir iş
    bulamayabilir!

    Ama yine de temkinli konuşmak gerekir. Kırk yıldır siyasette nasıl bir
    hacıyatmaz olduğunu kanıtlayan 'Baba' yine kurtulmanın ve 'Kurtar bizi baba'
    diye üstünü başını paralayan kalabalıkların arasına dönmenin yolunu bulabilir.
    Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz!
    "Siyasette 24 saat çok uzun bir zamandır!"

    Tarihteki ilginç olaylar kitabından alıntıdır.
    1 ...