16 ada yunanistan a geçti iddiası

entry3 galeri
    2.
  1. YUNAN’A 16 ADAYI KAPTIRDIK MI?

    Önce basında cılız bir haber yer aldı :

    “Erdoğan ve Davutoğlu´nun ağzına almadıkları ve hiç bir açıklama yapmadıkları sessiz Yunan işgali devam ediyor. Basın kuruluşları ve televizyonların çok fazla gündeme getirmediği işgale muhalefet partileride sessiz. AKP ´nin iktidara gelmesinden sonra başlayan işgal 2006´dan sonra hız kazandı. Bugün Ege ve Akdeniz´de ,Lozan anlaşması dahil Türkiye´ye ait 16 ada Yunanistan tarafından işgal edilerek iskana açıldı. Bu süreci uzmanlar israil´in ,Filistin topraklarında yeni yerleşim yerleri yaparak sakin işgal gerçekleştirmesine benzetiyor.



    iktidarın ihmali sonucu, Ege ve Akdeniz’deki 16 küçük ada Yunanistan’a geçti. iktidarın Avrupa Birliği müzakerelerinde gün almak için adaların Yunanistan tarafından ele geçirilmesine göz yumduğu ve bu yüzden sesiz kaldığı biliniyor.Adaların Yunanistan tarafından işgal edilmesine 2004’te başlandı

    2004’ten bu yana “Yunanistan tarafından Ege’deki 11 ve Akdeniz’deki 5 adanın işgal edildiği , Yunan askerlerinin de adalarda nöbet tutukları bizzat vatandaşlar tarafından fotoğraflanmıştı.

    Bu konu birkaç ay önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na parlamentoda sorulmuştu. Buna karşın Davutoğlu’nun ise Ege’de sahiplik konusu da dahil birkaç adayı ilgilendiren sorun olduğunu ve Türkiye’nin Yunanistan ile diyalog yoluyla çözüm bulmak için çabasarf ettiği şeklinde cevap vererek konuyu geçiştirdiği biliniyor.,

    -Yunanistan tarafından ele geçirildiği açıklanan 16 ada; Ege’deki Hurşit, Fornoz, Eşek, Nergizçik, Bulamaç, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba ve Ardacık adaları ile Akdeniz’deki Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi adaları.

    Yunanistan adalarda yerleşim yerleri inşa ettiği gibi , asker yerleştirdiği ve Yunan bayrağı dikildiği bizzat adaları ziyaret eden balıkçı tekneleri tarafından fotoğraflanmıştı.

    Birinci Dünya Savaşı’nda sonra 1923’te imzalanan Lozan Anlaşması ile Ankara’nın Ege ve Akdeniz’de 9 adayı Yunanistan’a bırakmayı kabul ettmiş olduğu halde anlaşmada adı geçen adalar arasında Yunanistan’ın 2004’ten bu yana işgal ettiği 16 adanın olmadığı biliniyor. “ ( PHA-Haber Merkezi / Özel Haber ) (www. parlamentohaber.com)



    Bu hadise bana Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun “Ordu ve Politika” kitabındaki benzer bir hadiseyi hatırlattı. Siz Saygıdeğer Okuyucularımla, bu konuyu paylaşmak istiyorum :





    MAREŞAL VE ŞÜKRÜ KAYA

    Mareşal Şükrü Kaya’dan nefret ederdi. O da ondan…
    Bu iki adam, bilhassa Montrö konferansından sonra birbirlerini günahları kadar sevmemeğe başlamışlardı. Mareşal ve muhiti için Şükrü Kaya “ahlaksız herifin” biriydi. Dahiliye Vekili ise ona “hem kel hem fodul” deyip duruyordu.

    Bu karşılıklı nefretin sebebi gerçekten hikayeye değer. Anlatayım :

    Montrö’de Boğazlar Convention’u imzasından sonra, yıl 1936 Temmuz ayının 22 sinden sonra bir gece, Şükrü Kaya, köşkünde Lozan muahedesini, kim bilir kaçıncı defa karıştırırken Adalardan bahseden 12 nci ve 15 inci maddelerde kafası biryerlere takılır. (1) Haritayı açar. Önce 15 inci maddenin italya’ya terk ettiği Rodos’la on iki adayı ve Meis adasını işaret eder. 12 ada diye bahsedilen adlar şunlardır :
    Bizim Astropalya dediğimiz Stampalya, Harki, Skarpanto, Kasso, Piskopis, (Yahut Tilos), Misiros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Simi, Koş.

    (15 inci maddenin sonunda “ve adlarla ilgili adacıklar” diye bir kayıt vardır.)
    Sonra 12 inci madde ile Yunanistan’a bırakılmış olan şu adalara da birer çarpı işareti koyar :
    Limni, Samotraki, Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya.

    (Bu maddenin sonunda da “Bu muahadeye mugayir ahkam mevcut olmadığı takdirde Anadolu sahillereine üç milden yakın adalar Türk hakimiyetine bırakılmıştır.)



    15 inci maddedeki bu “adacıklar”la 12 inci maddedeki “sahile yakın adalar”a zihni takılan Şükrü Kaya, elindeki haritada bunlara ait bir çizgi bulamaz. Aslan istanköy’de doğmuş, büyümüş bir Adalar Denizi çocuğu, tıpkı Turgut Reis gibi bir Aydın yalılar yalıları çocuğu olduğu için Yunanistan’a ve italya’ya terkedilmiş olan adalarla sahil arasındaki bazı toprak serpintileri bulunduğunu hayal meyal hatırlar… Ama bunlar kaç tanedir, büyükleri de var mıdır? Lozan’dan beri geçen on üç yıl içinde Yunanlılar ve italyanlar şu “adalar” ve “adacıklar” a hiç ilişmişler midir? Lozan’dan sonra kara sınırları tahdit edilirken Batı Anadulu’da bir deniz sınırı tasavvur edilmiş midir? “Adalar” ve “adacıklar” tabirlerine uygun durumdaki toprak parçalarının mülkiyeti birer birer tespit edilmiş midir?
    Velhasıl uykusu kaçar, sabah erkenden vekalete damlar. il işi müsteşarı çağırıp şu emri vermek olur:
    - Bana gözü en açık olanlardan dört adet müfettiş seç, getir.
    Dahiliye Vekaleti kütüphanesinde pek mufassal bir atlas varmış… Aldırır. Alman erkân-ı harbiye haritalarını da buldurur. Emniyet-i Umumiye’de bir deniz haritası da varmış, onu da alıp açar. Kendisi, müsteşar, dört mülkiye müfettişi bir komisyon halinde toplanıp “adalar” ve “adacıklar” muammasını halle çalışırlar.
    Bir de ne görsünler? Serpintilerin sayısı binden fazla (!)
    Şükrü Kaya hemen Adalar Denizi Türk kıyılarını dörde ayırıp, müfettişlerin her birini bir bölgeye tayin eder. Verdiği talimat şudur :

    - Vazifeniz son derece mahremdir. Her birinize iki emniyet memuru refakat edecektir. Gittiğiniz yerlerdeki kaymakamlara, nahiye müdürlerine ne ile uğraştığınızı asla çıtlatmayacaksınız. Sandalla mı olur, motorla mı, yelkenli ile mi, artık ne gibi vasıtalar bulabilirseniz kara sularımız içinde veya iki üç mil uzakta daha ne kadar “adacık” ve “ada” varsa dolaşıp malumat toplayacaksınız. Mahalli amirlerden kontrol sahalarına dahil kıyılardakş adalar hakkında sezdirmeden bilgi de toplayabilirsiniz. Adalar boş mu? Dolu mu? En geç bir ay içinde buraya gelip bana bizzat rapor edeceksiniz.
    Ve derhal bol harcırahlar verdirerek bu dört müfettişi, ikişer emniyet memuru ile yola çıkartır.
    Bir taraftan da hariciyeden de bilgi arar. “Adalar” ın ve “adacıklar”ın mülkiyetini teker teker tespit eden bir protokolün mevcut olmadığını anlar.
    Müfettişler vazifelerini bitirip döndükleri zaman Şükrü Kaya toplanan bilgiler karşısında adeta dehşet duyar :
    Sahipsiz yüzlerce ada!.
    Hemen haritaları alır, arabasına atlar; Cumhurbaşkanına gider. Durumu anlatır:
    -Eğer en kısa zamanda bu adalar üzerinde mülkiyet hakkımız belirtmezsek Yunanlılar veya italyanlar (2) hangisine ayak basarlarsa bayraklarını çekiverirler. Bize de apışıp kalmak düşer. Onun için derhal adaları işgal etmeliyiz.
    Mustafa Kemal bir an düşünür :

    -Haklısınız… der. Büyük bir ihmalde bulunmuşsunuz. Şu haritalarla beraber hemen Mareşal’a git. Durumu anlat.

    işte Mareşal ile Şükrü Kaya’nın arası o gün bozulmuştur.

    Dahiliye Vekilini güler yüzle karşılayan Fevzi Paşa, önünde haritalr serilip durumu izah edilince önce şaşalamış, sonra da birden kaşlarını çatarak :

    - Olan olmuş demektir. Artık yapılacak iş yok. Elden ne gelir?
    Şükrü Kaya bu sahneyi bana anlattığı zaman :
    - Mareşal bu cevabı verince şaka ediyor sandım… demişti. Bu kadar önemli bir işi bir Genel Kurmay Başkanı böyle hafiften alabilir miydi? Israr ettim. Bu topraklar üzerinde mülkiyet hakkımızı bir an önce kurmalıyız dedim. Hiç cevap vermedi. Baktım ki şaka etmiyor. Haritaları topladım. Yanından ayrıldım.

    Ertesi gün kabine toplantısı vardı. Müzakere başlayınca Şükrü Kaya söz alır, “Son derece mühim ve mahrem bir memleket meselesi üzerinde bilgi vereceğini” söyler ve Genel Kurmay Başkanı Paşa Hazretlerinin de toplantıya davet edilmesini teklif eder.
    Paşa gelir.
    O zaman da Şükrü Kaya bütün vekilleri hayrete düşüren durumu uzun uzadıya anlattıktan sonra:

    - Ben vazifemi yaptım… der, şimdi vazife sırası paşa hazretlerindedir. Bu adaları hemen işgal etmelidirler.

    Bütün gözler kendisine çevrilen Paşa, pür hiddet ayağa kalkar, masaya elini vurarak haykırır :

    -Erkan-ı harbiye bu mesuliyeti üzerine alamaz. Dahiliye Vekilinin maksadı nedir? Memleketi harbe mi sürüklemek istiyor? Cevap versin! Maksadı bu mudur?
    Şükrü Kaya şu cevabı verir:
    - Vazife kendisine terettüp etmektedir. Eğer hadiselerin seyri bir harbi zaruri kılarsa, kabine karar verir, o kararı da gene Paşa hazretleri tatbik ederler.

    işte Mareşal’in mukabelesi de bu:
    -Kendisinde bir harbi de göze alabilecek cesareti görebiliyorsa, bu işi neden bizzat başar mıyor?

    Şükrü Kaya fırsatı kaçırmaz:

    -Peki… der. Paşa hazretleri emirlerindeki ince filoları 48 saat için Dahiliye Vekaleti emrine devretsinler… Dahiliye Vekaleti ve sivil idare bu vazifeyi başarmaktan şeref duyacaktır.

    Ve böyle de olmuştur. Fevzi Paşa Deniz Kuvvetlerine talimat vererek motor botları, bir çok ufak gemileri Dahiliyenin emrine verdirmeğe mecbur olmuştur. Gümrük idaresinin bir iki gemisi, jandarma motorları, bir sürü sandal, yelkenli vesaire de bunlara katılarak garip bir filo kurulmuştur. O yüzlerce adacığın bir kısmına birer numara, pek büyük olanlara da birer isim takılmıştır. Bu numaralara isimler kalın çinkolar üzerine yazdırılıp yüzlerce tabela hazırlanmıştır. O engin saha parsellere ayrılarak vasıtalar gruplandırılmıştır. Ve bütün gruplar bir gece hava karardıktan sonra, hep birden harekete geçirilmiştir. Lozan muahedesinde isim zikredilerek karara bağlanmamış olan bütün adacıklar, serpintiler ve adalr ertesi sabah tan yeri ağarıncaya kadar fiilen ve hukuken (3) anavatana –adeta- yeniden ilhak edilmiştir.

    Adacıkların büyüklerine üçer - beşer jandarmalı karakollar kurulmuş, küçüklerine tarassut kuleleri yapılmış, nöbetçiler konmuştur. Hatta o güne kadar ihmal edilmiş olan bir çok tehlikeli yerlere deniz fenerleri takılmıştır.

    Mareşal bu hareketin devamınca gayet sinirli görünmüştür. Operasyonun başarıyla bitirildiği kendisine bildirildiği zaman da hiddetle söylenmiştir:
    -Sevinmekte acele etmeyelim. Bekleyelim, bakalım bu işin altından nasıl bir çapanoğlu çıkar?
    işin tuhafı, dört gün sonra, bir an Mareşal’ın dediği gibi de görünmüştür.
    Bir sabah italyan ateşemiliteri ateşe Navali’nin Arslanlı kapıdan girip Genel Kurmay merdivenlerini acele acele çıktıkları görülmüştür. Sabah sabah gelen bu ziyaretçiler Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisimiz Paşa hazretleri tarafından kabul edildikleri zaman kendisini selamlamışlar ve heyecanla sormuşlardı:
    -Silahlı Kuvvetlerinizin italyan topraklarını cebren işgal etmelerinin sebebi nedir?
    Meğer aynı anda italyan Büyükelçisi de Hariciye Vekaletini boylamış bulunuyormuş:

    -Eğer bu yanlışlık değilse ekselans bir “Casus Belli” (4) sayılabilir. Cumhuriye Hükümetinin maksadı nedir? On iki ada üzerine bir saldırı mı tasarlıyorsunuz?
    Mareşal Başbakanlığa gider tabii… Vekiller Heyeti hemen toplanır tabii… Ve Mareşal ağır basacağını sanarak şöyle der :

    -Hadise tam tahmin ettiğim tarzda inkişaf ediyor. Şimdi italyan askeri ateşeleri beni sual yağmuruna tuttular. Artık verilecek cevabı da siz bulursunuz.
    Şükrü Kaya sorar :
    -Ateşeler mevki tasrih etmiler midir?

    Mareşal cevap verir :
    -Evet… Kalimnos adasına 3 mil mesafede bulunan küçük ada.
    -Başka

    -Bu kadar başka yok.
    - O halde bu küçük adayı derhal tahliye eder ve italyan otoritelerine teslim ederiz. Bize son hareket sekiz yüzden fazla adacık kazandırmıştır. Yunanistan’dan hiçbir itiraz gelmediğine göre bu tek adacığı italya’ya veririz, gerise de bize kalır. O adada yalnız jandarma vardır. Binaenaleyh bunu sivil idaremizin bir hatası olarak gösterebiliriz. Ben de Dahiliye Vekili sıfatıyla italyanlara birkaç nezaket cümlesi söyler, gönüllerini alırım.
    işte Mareşal o günden sonra taşkın bir Şükrü Kaya düşmanı kesilmiştir. Bu karşılıklı nefretin ikinci Cumhurbaşkanı seçiminde oynadığı rol büyüktür. Çünkü Mareşal’in Cumhurbaşkanı olabilmesi sadece Şükrü Kaya’nın elindeydi. Ve gene Şükrü Kaya ancak Mareşel’in desteğiyle o makama yükselebilirdi. ikisini saran nefretten istifade eden ismet inönü olmuştur
    2 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük