bir dönemin hayata dair yaptığı en romantik saptamalardan biri de bu herhâlde. beş yüzyıl sonra bizden bahsederken "bu adamlar hayatı akışına bırakmayı falan düşünmüşler yahu. çok ilginç değil mi?" falan diyecekler, acayip dalga geçecekler bizimle. teorim bunun üzerine kurulu ama oraları biraz karışık. ben de tam anlamadım oraljarı.
"hayatı akışına bırakmak" kalıbındaki akış dinamizmi çok büyük ihtimalle kafalarda likid etki bırakıyor. bunun türkçesi; deniz. metafor bu. denize açılmak. hayatın aktığı yer bir deniz. hayat bir kayık. sen de o kayığın içindesin, akıyorsun öyle. dalgalar falan da işte bu başına gelen kötü şeyler olsun diyelim mesela. kayığını yürütmek için de en az bir adet küreğe ihtiyacın var. normal şartlar altında deniz üzerinde birtakım dalgalarla, köpekbalıklarıyla falan mücadele etmek için o kürekleri kullanmak zorundasın. işte o küreklerle işi bıraktığın an hayatını akışına bırakmış oluyorsun. tabii bu denize açılmış olabilenler için geçerli. öyle yarak gibi kıyıda, kayığı iskeleye bağlı halde bekleyip "hayatı akışına bırakıcam yea" edebiyatı yapanlardan olmaman için, önce o ipleri koparman lazım. bi şekilde. artık ben bilmiyorum nasıl koparırsın ama olay bu. ama zor olduğunu söyleyeyim. neden zor? "ne oldum değil ne olacağım demeli" diye bir laf var bu hayatın aktığı evrende. senden öncekiler "n'oluyor lan?" demeyi bile akıl edememiş. bu durumda, senden o ipi koparıp dalgalarla ve envai çeşit hayvanla, otla dolu bir deryaya açılmanı beklemek biraz gülünç oluyor. diyelim birisi "n'oluyo lan?" dedi; o panikle denize balıklama atlamayacağının garantisi de yok. dahası yüzme biliyon mu? ohoo. çok karışık.