neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    70.
  1. Sabahın erken saatlerinde ufuklar sisli puslu, hava da bulutluysa; maviliğini yitirmiş gökyüzü, bendenize artık iyice ihtiyarlamış gibi görünür.
    Gerçekte gökyüzü mü ihtiyarlamıştır, yoksa bendenize mi öyle görünmektedir?
    * * *
    Ya gökyüzünün mavi olduğunu hiç bilmeyenler de varsa ve onlara gökyüzünün gerçekte mavi olduğunu anlatmaya kalkanları; "milli çıkarlara aykırı olduğu" gerekçesiyle suçlamaya da başlıyorsam...
    * * *
    Kapalı gökyüzüne bakarken, bazen aklımdan böyle "simgesel" mizahi film senaryoları akıp geçiyor.
    Kimilerine göre de, böyle "zırva" şeyler düşünmek, akıl kârı bir iş mi?
    * * *
    Nelerin "zırva", nelerin "zırva olmadığı"nı birbirinden ayırmak o kadar kolay mı acaba?
    Örneğin, 1948'de Pertev Naili Boratav'ların, Niyazi Berkes'lerin, Behice Boran'ların, Muzaffer Şerif'lerin; Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nden, "solculuk" suçlamasıyla uzaklaştırılmaları "zırva" mıydı, değil miydi?
    * * *
    Sabahın erken saatlerinde ufuklar sisli puslu, hava da bulutluysa; maviliğini yitirmiş gökyüzü, bendenize artık iyice ihtiyarlamış gibi görünür.
    Gerçekte gökyüzü mü ihtiyarlamıştır, yoksa bendenize mi öyle görünmektedir?
    * * *
    Ya gökyüzünün mavi olduğunu hiç bilmeyenler de varsa ve onlara gökyüzünün gerçekte mavi olduğunu anlatmaya kalkanları; "milli çıkarlara aykırı olduğu" gerekçesiyle suçlamaya da başlıyorsam...
    * * *
    Kapalı gökyüzüne bakarken, bazen aklımdan böyle "simgesel" mizahi film senaryoları akıp geçiyor.
    Kimilerine göre de, böyle "zırva" şeyler düşünmek, akıl kârı bir iş mi?
    * * *
    Nelerin "zırva", nelerin "zırva olmadığı"nı birbirinden ayırmak o kadar kolay mı acaba?
    Örneğin, 1948'de Pertev Naili Boratav'ların, Niyazi Berkes'lerin, Behice Boran'ların, Muzaffer Şerif'lerin; Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nden, "solculuk" suçlamasıyla uzaklaştırılmaları "zırva" mıydı, değil miydi?
    * * *
    O tarihlerde böyle bir sorunun üstünde kimse yeterince yoğunlaşmamıştı.
    Şayet yoğunlaşabilseydi, bugünü politik "manzara-i umumi" ola ki çok daha değişik olurdu.
    Çünkü zırvalıklar, zırvalıklardan gebe kaldıkça; sade bol bol zırvalık doğurmazlar, onların belalılarını da doğurmaya başlarlar.
    * * *
    Porto'daki meydanlardan birinin ortadaki havuzu kıyısında, koltuğunun altında gazeteleriyle bir gazete satıcısının heykeli var.
    Yerde bir gazete satıcısının, gerçekçi boyda sade bir heykeli.
    Öyle bir heykelin yanında, geçen hafta yitirdiğimiz Mübeccel Kıray'la, "zırvalıklar" üstüne yapılacak bir "hoşbeş"; kim bilir ne simgesel mizahi film senaryolarının da tomurcuklanmasına neden olurdu.
    * * *
    ABD Başkanlığı gibi en üst mevkilerde tezgâhlanan ve yığınların kaderleri üstüne bir şahmerdan gibi inen "zırvalıklar" konusunda, yönetmen Michael Moore'un, 1995'te yaptığı "Kanada Salamı" diye bir film var.
    * * *
    Mutlaka birkaç kez izlenmesi gereken bir film.
    "Soğuk Savaş"ı sürdürmekten kendi politik çıkarları için yarar uman bir Başkan; Sovyetler dağıldıktan sonra da, Moskova'daki yöneticileri Washington'a davet edip, onlarla eski oyunu yalancıktan sürdürme önerisinde bulunuyor.
    * * *
    Önerisi reddedilince de, ABD'nin en büyük düşmanı olarak, artık "Kanada"yı ön plana çıkaracak birtakım "kurgular" planlanıyor.
    O planlardan biri de; CIA ajanlarının, Kanadalı teröristler kılığına girerek, ABD'de herkesin dudağını uçuklatacak eylemler yapmaya kalkmaları.
    * * *
    Michael Moore'un filmi peşinden hemen, Dylan Avery'nin "11 Eylül Büyük Şüphe" belgeseli de izlenirse...
    Ve New York'taki Dünya Ticaret Merkezi olan ikiz kulelerin, kasıtlı uçak çarpmalarıyla öyle göründüğü gibi yıkılmayacağının nasıl kanıtlandığı açık seçik görülürse...
    * * *
    Kimlerin hangi zırvalarla, yığınları nasıl parmaklarında oynatmaya çalıştıkları da, çengelleşmeye başlar beyinlerde...
    * * *
    Bendenizin çocukluğunda da, boynundan geçirdiği çapraz bir kayışla sol yanına oturttuğu kalın kartondan bir gazete matrisi içindeki gazeteleri, bağıra çağıra satan gazeteciler vardı.
    Öncelikle ünlü gazetelerin adları çınlardı dudaklarında.
    * * *
    Kesinlikle eminim ki, o gazete satıcılarından hiçbirinin aklına Porto'da bir heykellerinin dikileceği gelmemişti.
    * * *
    Gazeteler...
    O gazetelerin de eski koleksiyonlarına şöyle ufaktan ufaktan bir bakılsa...
    Bir bakılsa, 1948'de Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde, -hemen Batı üniversitelerince kapışılan- bilim adamlarına karşı yapılmış zırvalıkların nasıl yansıtıldığına...
    * * *
    Marketlere, hatta süper marketlere dönüşmüş eski bakkalların, kapıları önündeki özel madeni sehpalarda kademelendirdikleri gazetelerle; bağıra çağıra sokaklarda gazete satan eski gazete satıcıları kaybolup gitti.
    * * *
    Dünkü Hürriyet'te Kalite Derneği (Kalder) ile ilgili şöyle bir haber vardı:
    "Kalder öncülüğünde Türkiye'nin önde gelen 35 kuruluşu Küresel ilkeler Sözleşmesi'ni imzaladı. imza töreni sonrası bir konuşma yapan Başkan Çetin Nuhoğlu:
    - Kalder olarak 'Dünya Vatandaşlığı' ile bu anlayışı tanımlıyoruz. Sürdürülebilir yaşam için dünyadaki sorunların çözümüne katkıda bulunmanın birinci adımı kendimizi değiştirmektir, dedi."
    * * *
    Bir de zırvalama pahasına da olsa, asla değişmek istemeyenler var.
    O nedenle de kutuplaşmalar, çatışmalar, çalkantılar vs...
    * * *
    Bulutlarla kaplandığı için maviliğini yitiren gökyüzü, bendenize ihtiyarlamış gibi görünüyor.
    Yoksa ihtiyarlayan gökyüzü değil de, "zırvalar dönemi" mi?
    O tarihlerde böyle bir sorunun üstünde kimse yeterince yoğunlaşmamıştı.
    Şayet yoğunlaşabilseydi, bugünü politik "manzara-i umumi" ola ki çok daha değişik olurdu.
    Çünkü zırvalıklar, zırvalıklardan gebe kaldıkça; sade bol bol zırvalık doğurmazlar, onların belalılarını da doğurmaya başlarlar.
    * * *
    Porto'daki meydanlardan birinin ortadaki havuzu kıyısında, koltuğunun altında gazeteleriyle bir gazete satıcısının heykeli var.
    Yerde bir gazete satıcısının, gerçekçi boyda sade bir heykeli.
    Öyle bir heykelin yanında, geçen hafta yitirdiğimiz Mübeccel Kıray'la, "zırvalıklar" üstüne yapılacak bir "hoşbeş"; kim bilir ne simgesel mizahi film senaryolarının da tomurcuklanmasına neden olurdu.
    * * *
    ABD Başkanlığı gibi en üst mevkilerde tezgâhlanan ve yığınların kaderleri üstüne bir şahmerdan gibi inen "zırvalıklar" konusunda, yönetmen Michael Moore'un, 1995'te yaptığı "Kanada Salamı" diye bir film var.
    * * *
    Mutlaka birkaç kez izlenmesi gereken bir film.
    "Soğuk Savaş"ı sürdürmekten kendi politik çıkarları için yarar uman bir Başkan; Sovyetler dağıldıktan sonra da, Moskova'daki yöneticileri Washington'a davet edip, onlarla eski oyunu yalancıktan sürdürme önerisinde bulunuyor.
    * * *
    Önerisi reddedilince de, ABD'nin en büyük düşmanı olarak, artık "Kanada"yı ön plana çıkaracak birtakım "kurgular" planlanıyor.
    O planlardan biri de; CIA ajanlarının, Kanadalı teröristler kılığına girerek, ABD'de herkesin dudağını uçuklatacak eylemler yapmaya kalkmaları.
    * * *
    Michael Moore'un filmi peşinden hemen, Dylan Avery'nin "11 Eylül Büyük Şüphe" belgeseli de izlenirse...
    Ve New York'taki Dünya Ticaret Merkezi olan ikiz kulelerin, kasıtlı uçak çarpmalarıyla öyle göründüğü gibi yıkılmayacağının nasıl kanıtlandığı açık seçik görülürse...
    * * *
    Kimlerin hangi zırvalarla, yığınları nasıl parmaklarında oynatmaya çalıştıkları da, çengelleşmeye başlar beyinlerde...
    * * *
    Bendenizin çocukluğunda da, boynundan geçirdiği çapraz bir kayışla sol yanına oturttuğu kalın kartondan bir gazete matrisi içindeki gazeteleri, bağıra çağıra satan gazeteciler vardı.
    Öncelikle ünlü gazetelerin adları çınlardı dudaklarında.
    * * *
    Kesinlikle eminim ki, o gazete satıcılarından hiçbirinin aklına Porto'da bir heykellerinin dikileceği gelmemişti.
    * * *
    Gazeteler...
    O gazetelerin de eski koleksiyonlarına şöyle ufaktan ufaktan bir bakılsa...
    Bir bakılsa, 1948'de Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde, -hemen Batı üniversitelerince kapışılan- bilim adamlarına karşı yapılmış zırvalıkların nasıl yansıtıldığına...
    * * *
    Marketlere, hatta süper marketlere dönüşmüş eski bakkalların, kapıları önündeki özel madeni sehpalarda kademelendirdikleri gazetelerle; bağıra çağıra sokaklarda gazete satan eski gazete satıcıları kaybolup gitti.
    * * *
    Dünkü Hürriyet'te Kalite Derneği (Kalder) ile ilgili şöyle bir haber vardı:
    "Kalder öncülüğünde Türkiye'nin önde gelen 35 kuruluşu Küresel ilkeler Sözleşmesi'ni imzaladı. imza töreni sonrası bir konuşma yapan Başkan Çetin Nuhoğlu:
    - Kalder olarak 'Dünya Vatandaşlığı' ile bu anlayışı tanımlıyoruz. Sürdürülebilir yaşam için dünyadaki sorunların çözümüne katkıda bulunmanın birinci adımı kendimizi değiştirmektir, dedi."
    * * *
    Bir de zırvalama pahasına da olsa, asla değişmek istemeyenler var.
    O nedenle de kutuplaşmalar, çatışmalar, çalkantılar vs...
    * * *
    Bulutlarla kaplandığı için maviliğini yitiren gökyüzü, bendenize ihtiyarlamış gibi görünüyor.
    Yoksa ihtiyarlayan gökyüzü değil de, "zırvalar dönemi" mi?

    çetin altan
    1 ...