Bazen sıçrayarak uyanıyorum. Burun ucum tam olarak o an sızlıyor işte. iyi olmadığını hissediyorum, ağlıyorum sonra. Hiç mi merak etmiyorsun? Ben deliriyorum. Sana uzun mektuplar yazmak istiyorum ama bundan vazgeçip yüzünü ellerimin arasına almak geliyor içimden.
Bazen bütün bu çırpınışlar aynı şekilde sevilmek istediğimizden aslında. Sevgisiz ailelerin, sevgisiz çocukları. Bizler! El açıp sevgi mi dileniyoruz sanki? Değil. Mutlu da değiliz, iyi de.
Rüyalarıma bile girmiyor abi! Rüyamda dahi göremiyorum. Her gün, her gün, her gün ettiğim dualar, yüzümü güldürmüyor işte. Ağlamak değil ona sarılmak istiyorum ben.
Saat 10:20 .
içimin ayazı, dondurdu elimi.
Kalbimin ağrısı, hayata küstürdü beni. Sen hala yokken ve ben boktan şarkılar dinleyip kendimi bir avuç gözyaşına boğarken bunun hiçkimsenin sikinde olmadığını da pekala biliyorum mesela.
Günün, salı olduğunu hatırlıyorken yüzünü unutmaya başlamam pek garip geliyor. Sahi bir kere doyasıya sarılmadık değil mi?
Yanında hiç ağlamayışımı, çocukluğuma ver. Bunca uzaklığı hesaba katmış olsaydım yüzüne ağlar, ellerimin ayazını göbeğinin sıcaklığına saklardım. Bana ölüm yakışır dediğimde herkes cız diyor! O nasıl söz? Sik gibi bir hayatı sevebilmişlerin orgazmı beni bağlamadı, benim boşalımım daha çok dışarı.
Ne diyordum? Hah! Saat dedim, tam 18:11 suları. Dışarısı buz. Ellerim sen soğuğu. Hiç mi merak etmiyosun, hala mı? Ölsem en çok sen üzülmez misin, kendime bile kıyamıyorum ki.