Tarihin en büyük soykırımlarına uğramış biz Türkler, ne yazık ki bugün soykırımcı olarak suçlanıyoruz yazı Necati Gültepe'nin makalesidir. tavsiye ederim.
9 Aralık 1948 Tarihli Birleşmiş Milletler, Soykırım Suçunun Önlenmesi Ve Cezalandırılması Sözleşmesi ve buna dayalı olarak geliştirilen milletlerarası hukuka göre: Soykırım bu tarihten itibaren suç sayılmaktadır. Bildiğimiz, daha doğrusu benim bilebildiğim, Soykırım ve Terör Uzmanı (Bu sahada, beynelmilel platformda çalışan yegane Türk) Sefa M. Yürükel bu yasanın uygulanış biçimini özet olarak şöyle anlatıyor:
Bu yasaya göre 9 Aralık 1948 tarihinden öncekiler devre dışıdır, yani muhakeme edilememektedirler. Ama hukuku kendilerine göre şekillendiren emperyalist devletler yasa üstüdür, diğer milletler için yasa zaman olarak ta mahiyet olarak ta sonsuz esnetilebilir.
Soykırımın Uluslararası camiada her kesimin kabul ettiği bir tarifi yapıldığı halde, ceza uygulamasında, tarihleri katliamlarla dolu olan beş büyük ülke Çin, Rusya, Amerika, Fransa ve ingiltere gibi büyüklerin kayırıldığı görülmektedir. Beş büyükler tarihte ve gelecekte yaptıkları ve yapacakları soykırımlardan ötürü kendi koydukları cezalara göre yargılanamazlar
Bu tesbitten sonra, dünyanın ne kadar adaletsiz olduğu , adaletin hakkın hukukun güçlüden yana olduğu şeklinde terennüm edilen sefillerin felsefesine hiç girmeden doğrudan dünyanın belli kesimlerinde Türklere yapılan soykırımlardan tesbit edebildiklerimizi, daha doğursu millet olarak tarihi hafızamızda birer ur gibi muhafaza ettiğimiz soykırımları (Türk katliamlarını) coğrafi bölge tasnif ve sıralamasına göre eldeki belgelere dayanarak sanırım ancak çok az bir bölümünü anlatabileceğiz.:
Türk soykırımını coğrafi alan olara olarak dört ana bölgeye ayırıyoruz;
I. Asya topraklarında gerçekleşen Türk soykırımı
II. Avrupa topraklarında gerçekleşen Türk soykırımı
III..Afrika topraklarında gerçekleşen Türk soykırımı
IV. Amerika topraklarında gerçekleşen Türk soykırımı
I. Asya topraklarında gerçekleşen Türk soykırımı.
Rusya Federasyonu her zaman çok uluslu bir devlet değildi, hatta devlet bile değildi. Basit bir knezlik, bir nevi kontluk yada Türkçe adaptasyonu ile küçük bir beylikti ancak XVI. yy.dan, daha doğrusu 1552 yılından itibaren Kazan Hanlığının işgalinden itibaren, Rusya Türk yurtlarına yönelik olarak kendi topraklarını genişletmeye koyulmuştur.
XIX. yy.ın sonuna gelindiğinde Rus işgaline boyun eğen son Türk boyu olan Türkmenlerin bölgesi de Rusya imparatorluğu içerisine dâhil edildikten sonra, maalesef tarih sahnesine yeni bir terim olarak Rusya Türkleri deyimi çıkmış bulunmaktadır.
XVI yüzyılda tahmini Rus nüfusu 1.000.000 altında idi. Bun mukabil bütün o coğrafyaya yayılmış (şimdiki Rusya )Türk boy ve oymaklarının toplam nüfusu ise asgari 10.000.000 olarak tahmin edilmektedir.Resmi ifadelere göre günümüzde nüfusu(Slav olarak):yaklaşık 120.000.000 dur. Şu anda ayni coğrafyada yer alan Türk nüfus ise:toplam 80.000.000 civarındadır. Demografi uzmanlarının ifadelerine göre Asyada bulunan Türk unsurun, beraber yaşadığı diğer milletlere oranla, mesela Ruslara oranla çoğalma kabiliyeti kat kat fazladır. Bütün bunlar göz önünde tutularak bir değerlendirme yapılacak olursa:
XVI yüzyıldaki oran: 1.000.0000 Rus/10 .000.000 Türk
Günümüzdeki sayılar 120.000.000 Rus/80.000.000 Türk
Bu orana Türk nüfusun %50 nispetinde kendiliklerinden terk-i dünya ettiklerini Ya da intihar ettiklerin!, yaşamaktan vaz geçtiklerini varsayalım!!
Neticeten şu anda Rusya denen bu coğrafyada en az 600.000.000 Türkün yaşıyor olması gerekirdi.
Biliyorum hemen dudaklar kıvrılacak hafif bir tebessümle en makûl okuyucu bile abarttığımı düşünecek. Halbuki bu söylediklerimin sağlamasını yapmak o kadar kolay ki; çok basit şekilde ingilizce bilenler, yada bir bileni; Bu koleje giden oğlu, kızı veya yeğeni olabilir, ondan yardım alarak, girsin internete. Rusyadaki nüfus ve etnik yapıyı veren yüzlerce resmi site var, iki dakika içerisinde, benim size verdiğim rakamları çıkarabilir.
-Peki nereye gitti milyonlarca insan?
-Maalesef katledildiler.
-Yok edildiler, soykırımına uğratıldılar, hem de en vahşi şekilde.
işte birkaç anekdotla bu katledilen insanların hikayesi:
1552 yılında Kazan Türklerinin başkenti Kazan şehrini işgal eden Rusya,artık bu tarihten sonra Asyanın derinliklerine doğru yayılmaya başlamıştı.
Çar Deli Petro döneminde de devam eden Türk topraklarını istila XIX. yy.ın sonuna kadar sürmüştür. Bu bağlamda Orta Asyada en son Türkmen Türklerinin (1884) Rus işgaline boyun eğmek zorunda kalmış olduğu ve Sibiryada yaşayan Türk boylarından Tuvaların Sovyetler Birliğine 1944 yılında dâhil edilen en son ulus olduğunu da belirtmek gerek. Buradan Rus işgallerine karşı en şiddetli mukavemeti Türklerin göstermiş olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. Bundan dolayı, daha sonraki dönemlerde Rusların, en çok Rusyaya dâhil edilen coğrafyada yaşayan Türkler üzerinde asimile siyasetlerini yoğunlaştırmasının altında yatan nedenleri de anlamak gerek..
Rusya tarafından XVI. yy.dan itibaren zorla Hıristiyanlaştırma faaliyetlerinin yürütüldüğü bilinmektedir. Gayrı-Rus halkları ilk aşamada maneviyat alanında kendine bağlamayı ve daha sonra da asimile etmeyi hedefleyen bu faaliyetlerin altında ise Hıristiyanlaştırarak Ruslaştırma fikri ve hatta buna özel olarak geliştirilmiş program yer almaktaydı. Bu zorbalığa dayanan vaftizleştirme siyasetinin ilk kurbanları Kazan Türkleri olmuştu. Bunlardan Hıristiyanlığa girmek zorunda kalanlara da Kreşen (Rusça Kreşçenıy, yani vaftiz edilmiş) adı verilmiştir. Böylece Hıristiyanlaştırılanlar baskı altına alınmış olup diğer çoğunluktan tecrit edilmişlerdir.
Sovyetler Birliği yukarıda da ifade edildiği gibi; daha o zamanlardan yani Moskova Kinezliğinden (özellikle 1552 Kazanın işgalinden) itibaren temel hedeflerinden biri, Milli ve etnik bağlılıkların yerine geçecek yeni bir Sovyet kimliği oluşturmaktı. Bu hedefi gerçekleştirmek için, Sovyet yetkilileri, halkları kendi topraklarından sürmek, öz dillerini kullanmalarını önlemek ve gelenek, etnik tarih ve diğer bireysel kültür biçimlerini yeni kuşaklara aktarmalarını engellemek üzere zora dayalı ve çoğunlukla şiddet içeren önlemlere başvurmuşlardır .
Sovyetler Birliğindeki bütün Türk soylu halklar, bu diktatörce asimilasyona ve en zalimane muameleye, katliama uğrayan kesim olmuştur.
Kumuklar, Balkarlar, Kırım Tatarları, Karaçaylar, Ahıska ve daha onlarca Türk, soylu halk tamamen yerlerinden edilmiş, Orta Asya ve Sibiryadaki yüzlerce çalışma kampına dağıtılmış, etnik ve milli kimlikleri yok etme amacı taşıyan organize soykırımına maruz bırakılmışlardır.Diğer Türk gurupları (Kırgız, Türkmen, Kazak, Özbek v.d )ise sayılarının çokluğu nedeni ile kısmen soykırımına tabi tutulmuşlardır.
Bu sürecin en zirve noktası ise, sürekli olarak Sovyetler Birliği'ndeki tüm azınlıkların tek bir ulus üstü varlık olacak şekilde asîmile edilmesi gereğinden bahseden ve dünya tarihinde sayılı Türk katillerinden olan Joseph Stalîn'dir.
Bu kanlı katilin(Stalin) başta Kafkasya ve Kırım olmak üzere bütün Türk halklarını yok etmeye yönelik özel bir arzusu da vardı; çünkü Karadeniz'in kontrolü ve Karadeniz'e erişim konusunda gelecekte çıkacağına kesin gözüyle baktığı bir savaşta bu halkların her hâl-û-kârda Türkiyeye bağlılığından korkuyordu.
Sovyet hükümetinin ilk adımlarından biri Azerileri Türkiye Cumhuriyetinden uzaklaştırmak oldu. 1918 ile 1920 yıllan arasında, 200,000'den fazla Azeri, Ermenistan'daki Erivan ve Zangezur bölgelerinden çıkarıldı. Aynı zamanda, Azerbaycan'daki Azeri aydınları dönemin Azerbaycan genel valisi olan I. Bagirov'un emri üzerine tutuklanıp hapse atıldı. Bununla birlikte, Azerilerin kitlesel olarak Orta Asya'ya sürgün edilmesi 1932 Mayısı'nda, Sovyetlerin "gulaglardan arınma" (dekulakizatiori) süreci sırasında oldu. ifade edildiğine göre amacı tarım Sanayisindeki Sovyet karşıtı unsurları yok etmek olan bu politika, Devletin hedeflerini gerçekleştirmek üzere ayrım gözetmeksizin uygulandı. Böylelikle, Dağlık Karabağ ve çevre bölgelerde yaşayan Azeriler "gulag" ilan edîldi ve yanlarına yiyecek ve giyecek almalarına izin verilmeksizin sığır arabalarına dolduruldu. Kazakistan'daki Shortandy'ye ulaşan bu grup buradan daha da kuzeye gönderildi ve burada kendilerine barınma amacıyla baraka inşa etmeleri söylendi. Ama kış geldiğinde ancak barakaların çatı ve duvarlarını inşa edebilmişlerdi.
Günlük azıkları 400 gram donmuş kara ekmekten oluşuyordu. Ayrıca kendilerine donmuş patates de veriliyordu. Yaşlılar ölmeye başladı; bunları kadınlar, çocuklar ve ergenler izledi. Donmuş zemini kazmak çok zor olduğu için ölüler toplu mezarlara gömülüyordu. Ayrıca ölüleri birkaç gün barakalarda saklayarak onların azıklarını almaya çalışıyorlardı. Ama, barakalar aranmaya başlandı ve ceset sakladıkları ortaya çıkanlar şiddetli cezalara çarptırıldı. Neticeten buradan hiçbir fert geri dönemedi.
1937-38'in Büyük Slav Terörü tüm Sovyet halkları etkiledi, ama Balkarlar, Kırım Türkleri, Karaçaylar ve Ahıska Türkleri küçük azınlıklar olduğu için tasfiye süreci özellikle bu toplulukları yıkıma uğrattı. Yerel yetkililer 1938'lerin başlarında tasfiye edildi ve Türk nüfuslu bölgeler NKVD (Narodnıy Komissariar Vnutrennıh-içişleri Halk Komiserliği) yetkileri tarafından yönetilmeye başlandı. Türk entelijensiyası ve tüm dini liderler rasgele seçilen vatandaşlarla birlikte yok edildi.
Sadece Karaçay'da 875'i kadın en az 8000 normal çiftçî tutuklandı. Tutuklananlar hemen idam edildi. Daha sonra yapılan tutuklamalar da ayni akıbete uğradı, arta kalan bir kısım Türk köylüsü ise Kafkasya'daki çeşitli hapis kamplarına gönderildi.
Gürcistan'ın güneybatısında Meşher bölgesindeki 212 köydeki Türkler 1937'de ayni akıbete uğratıldı.
1942 yazında Alman ordusu Kafkasya'ya yaklaştığında, Sovyet hükümeti cepheye en yakın iki Kafkasya cumhuriyeti olan Karaçay ve Balkarya'da olağanüstü hal ilan etti. Yaşları 18 ile 55 arasında değişen 15,000'i aşkın Karaçay erkeği seferber edildi ve yaklaşık 2,000 kadın ve savaşmayacak durumdaki erkeğe savunma görevleri verildi. Bu arada tüm nüfus silahtan arındırılmıştı. Almanlar Ağustos'ta geldi ve 1943'ün başlarında geri püskürtüldü. Kızılordu Karaçay ve Kabarday-Balkarya'yı geri aldıktan hemen sonra buralarda yaşayan Türk halkı işbirlikçi suçlamasıyla resmen kıyıma uğratıldı ve köyler boşaldı. Neticeten yüzlerce yerleşim yeri boşaltılarak yerlerine Slav göçmenler yerleştirildi.
1943 yılının Eylül ayında 60,000 NKVD birliği, savaştan izinli Sovyet askerleri olarak tüm Karaçay'da ortaya çıktı. 12 Ekim'de, Yüksek Sovyet Prezidiyumu, Nazi işgali sırasında "haince davrandıkları" suçlamasıyla daha önceki katliamlardan arta kalan tüm Karaçayların "SSCB'nin diğer bölgelerine" sürülmesi emrini çıkardı. 2 Kasım sabahında, NKVD askerleri Karaçay köyleri kuşatmaya aldı ve makineli tüfekler altında köylerde yaşayan herkes Studebaker kamyonlarına dolduruldu. Yanlarına 100 kilogramı geçmeyecek eşya almaları, için köylülere bir saat verildi. Bu operasyonda 68,938 Karaçay yerlerinden edildi. Genç erkeklerin çoğunluğu Nazilere karşı savaşan orduda olduğu için, yerlerinden edilen köylülerin yüzde 50si 16 yaşın altında çocuklardan, yüzde 30'u kadınlardan ve yalnızca yüzde 15'i erkeklerden oluşuyordu. Bu mazlumları taşıyan Trenler menzillerine vardıklarında hiç birini içinde canlı insan kalmıyordu.
Balkar Türklerinin sürgün ve soykırımı 8 Mart 1944'te gerçekleştirildi. Yine çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 37,733 Balkar sığır arabaları içinde Orta Asya'ya doğru yola çıkarıldı ama o menziline yolcularıyla varamayan trenler gibi bunlarda hiçbir zaman son menzile varamadılar tamamı yollarda katledildiler.
Nazi güçleri tarafından işgal edilmemiş olmalarına karşın 115,000 Ahıska Türkü de sürgün için seçildi ve operasyon Kasım'da gerçekleştirildi. Bir önceki gün verilen emirde Türk uyrukluların sürgün edilmesine gerekçe olarak "sınırların güvenliğinin tahkim edilmesi" ihtiyacı dile getiriliyordu. Sürgün edilen diğer halklarda olduğu üzere, Ahıska Türkleri de tren istasyonlarına Studebaker kamyonlarında götürüldü, ama yolların dağlık araziden geçmesi yüzünden bu kamyonların bazıları kazara diğerleri de bilerek yoldan çıkarılıyor uçurumlara yuvarlanıyordu. diğer sürgün operasyonlarında olduğu üzere, trenler yalnızca yol kenarlarına atılmış ceset arabalarını temizlemek için duruyordu.
Bir tahmine göre, ilk iki ay içinde 37,000 Ahıska Türkü hayatını kaybetmiştir. Genç kadınlar çoğunlukla ailelerine yiyecek bulabilmek için yerli halktan insanlarla evleniyordu; böylelikle, sürgün edilen halklar kaçınılmaz bir asimilasyonla yüz yüze kalıyordu. Su çok az bulunuyordu ve çoğunlukla kirliydi; sürgün edilen halklar bu duruma alışkın değildi. Dolayısıyla, başta çocuklar arasında olmak üzere sık sık dizanteri baş gösteriyordu ve hemen hemen tüm halk sıtmadan muzdaripti.18 Aralık 1944'te ortaya çıkan tifüs ertesi yıl salgına dönüştü. Orta Asya'nın aşırı iklim koşulları sürgün, edilenlerin sağlığını derinden etkiliyordu.
Sürgün edilenlere çoğunlukla en yorucu işler veriliyordu. Bu tür projelerden biri de Sir Derya ırmağından elle sulama kanalarının kazılması işiydi. Çalışanların çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturuyordu. Bir görgü şahidi şunları belirtir: Çok az kişi hayatta kalabildi, Aileler toptan öldü ve genellikle sığınaklarda ve çamur kulübelerde çürümeye terk edildi, çünkü etrafta onları gömecek kimse yoktu."
Bu yok edilen insanların cephede çarpışan akrabalarıyla olan haberleşmeleri kesilince Rus ordusunda Almanlara karşı savaşanlar kendi bölgelerinde bir şeylerin kötü gittiğini düşünmeye başladılar Savaş sona erdiğinde. hayatta kalan binlerce asker akrabalarının sürgün edildiğinden habersiz bir halde evlerinin yolunu tuttu. Neler olduğunu öğrendikten sonra, Orta Asya'ya doğru yola çıktılar. Orta Asya'da aylarca ve hatta yıllarca ailelerini aradılar. Kimse akrabasını bulamadı çünkü onlar katledilmişlerdi. Bu Türk soylu askerlerde akrabalarıyla ayni akıbete uğradılar Orta Asya bozkırlarında Ruslar sürek avı başlattılar tamamını yok ettiler. Boyunlarında savaşta aldıkları madalyalar Almanlara karşı yan yana dövüştükleri bir çoğunun canının borçlu olduğu Rus askerlerinin kurşunları ile can verdiler.
Sınır dışı edilenlerin yerleştirildikleri yerleşim birimlerine spetsposeleniîa (özel yerleşim birimi) statüsü verilmişti; bu terim, Sovyetler Birliği'nin standart yasalarının içişleri Bakanlığı (MVD) tarafından belirlenen ve öngörülen katı bir yönetmelikler sistemi ile değiştirildiği bir ceza sömürgesini belirtmekte kullanılıyordu.
Yerleşim birimleri on evden oluşan gruplara ayrılıyor; her bir grubun başına bir müfettiş tayin ediliyor ve bu müfettiş on günde bir grupta olanları MVD komutanına bildiriyordu. Tüm "özel yerleşimcilerin" ayda bir kez MVD'ye adreslerini bildirmesi gerekiyordu ve komutanın izni olmaksızın yerleşim birimim terk etmelerine izin verilmiyordu. Öte yandan, yerleşim yerlerinin dışında sürgün edilenlerin izin belgeleri taşımaları zorunluydu. Yollara engeller ve kontrol noktalan kuruldu ve cumhuriyetlerin arasındaki sınırlar takviye edildi. 26 Kasını 1948 tarihinde, Yüksek Sovyet Presidiyumu bir emir yayınlayarak sürgün edilen halkların geri dönme hakkını sonsuza kadar kaldırdı.
Özel bir yerleşimden kaçmaya teşebbüs edenler hemen ölüm cezası veriliyordu. Komutanlar despotça davranıyorlar, kuralları işlerine geldiği gibi yorumluyorlardı. Sürgün edilenler kadın-erkek ayrımı gözetilmeksizin kırbaçlanıyordu ve sayısız tecavüz vakası rapor ediliyordu. Yerleşimcilerin kendi ana dillerinde konuşması, geleneksel müzik, yasaktı.
Sovyet hükümeti, sürgün edilenlerin kendi topraklarındaki tüm varlıklarını silmek üzere önlemler aldı. Rus yerleşimciler çoğunlukla kendi istekleri dışında hızlı b:r şekilde bu Bölgelere yerleştirildi ve kasabalar, bölgeler hatta cumhuriyet adları değiştirildi yada parçalara ayrıldı; Kabarday-Balkarya'nın adı Kabardinya olarak değiştirildi. Karaçay Cumhuriyeti parçalanarak Stavropol ve Krasnodar (Kaleşho) idari Bölgeleri ve Gürcü Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti arâsında paylaştırıldı; Kırım Özerk Cumhuriyeti. Rus Sovyet sosyalist Cumhuriyeti'ne dahil edildi. Meshet bölgesi ise tümüyle Gürcü Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne dahil edildi. Ulusal anıt ve mezarlıkların kökü kazındı; halı, kilim, çanak, çömlek, bıçak ve müzik aletleri gibi kültürel nesneler çalındı; tarihi ve kültürel arşivler Moskova'ya götürülüp mühürlendi; sürgün edilen halkların kendi dillerinde yazılmış kitapları yok edildi. Ansiklopedi ve ders kitapları yeniden yazılarak sürgün edilen halklardan bahseden bölümler çıkarıldı ve milyonlarca Türk insanı hiç yaşamamış gibi her türlü emaresi silindi.
Stalin'in ölümünden sonra, Sovyet hükümeti sürgün edilen halkların yaşam şartlarını iyileştirmeye yönelik adımlar atmaya başladı. Parti Kongresinde, Nikita Kuruşev muğlak ifadelerle sürgün işlemlerini ifşa etti, ama hiçbir zaman milyonlarca Türk insanının yok edilişinin yanlış olduğunu kabul etmedi; sadece tüm bir halkın soykırıma uğratılmasının Sovyet ilkelerine aykırı olduğunu ifade etmekle yetindi. Bununla birlikte, Kuruşev'in beyanı büyük heyecan yarattı. Balkarlar üzerindeki özel kısıtlamalar, Temmuz 1954 ile Mart 1956 tarihleri arasında kaldırıldı ve hatta aynı yılın Kasım ayında Balkarlara geri dönüş hakkı tanındı.tabi geri dönecek hiçbir Balkarlı kalmamıştı.
Kırım Tatarları, Karaçaylar ve Ahıska Türkleri üzerindeki büyük kısıtlama(soykırım kararı) hala yürürlükteydi. 1920'lerde sürgün edilen (yok edilen) Azerilerden hiçbir yerde bahsedilmiyordu.
Kırım Tatarlarının Durumu,
Kırım Türklerinin mazisi ve 1921-1941 Kırım hâdiselerinin tarihî sebepleri
Ecdatları binlerce yıl boyunca Kırım yarımadasında yaşamış olan Kırım Türkleri 1944 yılına kadar, Kırımın yegâne yerli halkını.teşkil ediyordu .
Kırım Hanlığı (XV-XVIII. asırlarda) Kırımdan başka Taman, Kuban ve Nogay bozkırları ile Bucak bölgesini de içine alıyordu. Kırım Hanlığının nüfusu 5.000.000 kadardı, bu cümleden olarak, bizzat Kırımda 800 bin ilâ 1,5 milyon insan yaşıyordu. Tarafsız tarih ilmî, Altınordu ile Kırım Hanlığı devrinin, gerek siyasî kudret, gerekse kültür ve medeniyet bakımından Kırımın en parlak bir devri olduğunu yazmaktadır.
Sovyet tarihçileri, son yıllarda, tarihî açıkça tahrif ederek bunun tamamıyla aksini ispata kalkışıyor ve Kırım Hanlığını "Kırım haydutlarının yatağı" şeklinde takdim etmeğe çalışıyorlar . Diğer taraftan, Sovyet tarih "ilmi", Kırımın Rusya tarafından istilâsını "Kırım halklarının tarihinde büyük progressif bir hâdise" olarak göstermeğe yelteniyor ve bu istilâya Kırımın Rusya ile "yeniden birleşmesi" adını veriyorlar.
Sovyet tarihçilerinin, Sovyet hükümetinin Kırımda icra etmiş olduğu topyekûn tehcir ve katliâmı "tarihen temize çıkarmak" maksadıyla 1952 de alelacele uydurdukları bu iddiaların hakikatle taban tabana zıt olduğ çok açıktır. Bu hususu, aynı Sovyet tarihçilerinin, 1949 yılına kadar neşretmiş oldukları bir çok eserleri de teyit etmektedir.
Bilindiği gibi, Rusyanın Kırımı istilâsı (1783) neticeleri Kırım Türkleri îçîn progressif olmak şöyle dursun, bilâkis onların ilerideki mukadderatları için çok kötü olmuştur.
Tarafsız ilmin kabul ettiğine göre, geçen asrda 1870 lere kadar, Çarlık hükümeti Kırımda müstemleke siyaseti güdüyordu. Rusya Kırımı istilâ ettikten sonra, yerli idarî, adlî ve maarif organları lâğvedilmiş ve Kırım Türklerinin maddî medeniyeti geniş mikyasta tahribata uğramıştı. Bunu müteakip, yerli Müslüman halkı için, sosyal ve dinî tahditler konmuş, yüz binlerce hektar müşterek ve hususî arazi müsadere edilmiş veya çarlık zadeganının mülkiyetine verilmişti.
Bu siyaset, Kırım Türklerinin 1785 de başlayan ve muayyen fasılalarla 1902 yılına kadar devam eden Türkiyeye kitle halinde hicretlerine sebebiyet vermiş ve neticede Kırımın yerli Türk nüfusu, bir asır zarfında, geçen asrın son yıllarının başlarında 280.000 e inmiştir . Bu meseleyi araştıran tarihçilerin kanaatine göre, XX. asrın başına doğru, 1.000.000 ilâ 500.000 Kırım Türkü vatanlarını terk etmiş bulunuyorlardı. Bunların ahfadı bugün Kırım dışında yaşamakta ve sayıları takriben 2.000.000 u bulmaktadır. Kırım muhacirlerinin bırakmış oldukları topraklara hariçten gelen Rus, Alman, Bulgar, Yunan ve diğer yabancılar yerleşiyorlardı. Buna rağmen 1917 ihtilâlinin arifesinde Kırım Türkleri bütün Kırım nüfusunun nisbî ekseriyetini teşkil ediyorlardı .
Geçen asrın 80 inci yıllarında Kırım Türkleri, meşhur ıslahatçı ismail Bey Gaspıralı'nın idaresinde, kültür ve teceddüt yolunda büyük hamlelere giriştiler. Yeni tip millî mektepler açılıyor, matbuat ve edebiyat doğuyordu . Buna müvazî olarak da, 1917 yılına doğru, hemen hemen bütün Türk nüfusunun geniş tabakalarını sarmış olan Kırım Türklerinin millî-kurtuluş hareketi başladı.
Rusyadaki 1917 ihtilâli Kırım Türklerinin bu millî-kurtuluş hareketini hızlandırdı. 7 Nisan 1917 de Kırım Türklerinin millî-kültür muhtariyeti ilân edildi. Aynı yılın 9 Aralık gününde toplanan Kurultay (Müessesan Meclisi) 13 Aralık 1917 de müstakil Kırım Demokratik Cumhuriyetini ilân ve Kırım millî hükümetini intihap etti. Bu millî hükümet, Kırımı işgal etmeğe muvaffak olan Bolşeviklerin silâhlı hücumuna uğradı.
Nisan 1918 de Alman ordusu Bolşevikleri Kırımdan tardetti. Aynı yılın mayıs ayında Kırım Demokratik Cumhuriyeti yeniden ihya edildi. Kırımın muhtelif halklarından teşekkül eden hükümet, idarî ve adlî organlarını kurduktan sonra, Kırım istiklâlini Türkiye ve Almanyaya resmen tanıtmağa muvaffak oldu.
Kasım 1918 de Kırım evvelâ itilâf devletlerinin askerî-deniz kuvvetlerinin, bunun akabinde de general Denikin'in gönüllü beyaz Rus ordusunun işgaline uğradı. 2 yıl sonra da, Kasım 1920 de, Kırım üçüncü defa olarak Bolşevikler tarafından işgal ve cebren Sovyet Rusyaya ilhak edildi.
Kırım müellifi Kırımlı Hanefi'nin tahmin ettiğine göre, "Kırımda Sovyet hâkimiyetinin yalnız ilk devresinde, Kırım- Türkleri, asgari bir hesapla, 100.000 fazla kurban vermişlerdir"
Diğer müellif Kemal Ortaylı'ya göre, yalnız 1922-1923 açlık yıllarında ve 1929-1930 da tatbik edilen kolektifleştirilme esnasında Kırım Türkleri 140.000 zayiat vermişlerdir.
Her iki müellif, ancak, Bolşeviklerin Kırımdaki ilk 10 yıllık hâkimiyetleri devresindeki zayiattan bahsediyorlar.
Kırım Türklerinin yukarıda zikredilen imha merhalesinde vermiş oldukları zayiata bir yekûn vurulacak olursa, Bolşeviklerin Kırımı işgal ettikleri 20 yıl zarfında (1921-1941) 160.000 ilâ 170.000 Kırım Türkü imha edilmiş veya sürülmüştür; ki bu da Kırımın 1917 yılındaki Türk nüfusunun hemen hemen yarısına tekabül eder. Bu sebepledir ki, carî asrın 20 ve 30 uncu yıllarında Kırım Türkleri arasında doğum nispeti epeyi yüksek olduğu halde, nüfus artmak şöyle dursun, bilâkis, Sovyet rejîmî şartlan dahilinde, sistematik bir surette azalmıştır.
Bundan dolayı, daha Alman-Sovyet harbi başlamadan evvel, yâni Kırım Türklerini Sovyet iktidarına karşı ihanet" ve "sadakatsizlikle" suçlandırmak için ortada henüz hiç bir sebep yokken, Sovyet hükümetinin Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Türk nüfusunun hemen hemen yarısını imha etmiş olduğunu acı duyarak söyleyebiliriz.
Yukarıda verilen malûmat neticesinde, 1941 yılına kadar sağ kalmış olan Kırım Türklerinin vaziyeti şöyle hulâsa edilebilir:
Kırım Türkleri yarı yarıya imha edilmişler ve Sovyet hükümeti tarafından sistematik bir surette imha ediliyorlardı; en iptidaî insan haklarından, millî kültür, dil ve yazılarından mahrum edilerek sistematik bir tarzda Ruslaştırılıyorlardı; din hürriyetinden ve en seçkin millî münevverlerinden mahrum bırakılmışlardır; topraklarından ve hususî mülkiyetlerinden mahrum edilmişlerdir.
Almanlar Kırımdan çekildikten ve Bolşevikler Kırımı 10 - 25 Nisan 1944 de tekrar işgal ettikten sonra, Kırımın Türk halkını topyekûn tehcir ve katletmek suretiyle., Sovyet hükümetinin Kırım Türklerine tatbik ettiği imha siyasetinin son perdesi oynanmış oldu. Bu topyekûn tehcir keyfiyetini yalnız Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin tasfiyesi ve Kırım Türklerinin kitle halinde yurtlarından sürülmeleri şeklinde tasavvur etmek dalâlete düşmek demektir. Bu mesele hakkında elde mevcut materyallere ve şahitlerin ifadesine göre, Kırım Türkleri topyekûn tehcirden evvel kitle halinde vahşice katledilmişlerdir. Bu katliâm 1944 yılı Nisanından Hazirana kadar iki ay devam etmiştir.
Bolşevik işgalinin ilk iki haftası en şiddetli tedhiş zamanları idi. Müelliflerden biri bu hâdiseleri şöyle tasvir ediyor:
Sovyet orduları Kırıma girdikten sonra, kumandanlığın hususî bir emriyle bütün Tatar ahalisi iki hafta müddetle NKVD kıtalarının keyfî muamelesine terkedilmişti. Azgın askerler kadınların, kızların ve küçük çocukların ırzına geçiyorlardı. Müdafaasız insanlar yağma ediliyor, öldürülüyor ve rast gele asılıyorlardı, iki hafta müddetle Kırımda, tecavüze uğrayan, işkence edilen ve öldürülen insanların canhıraş feryatları duyuluyordu.
1944 yılının ikinci yarısında Almanlara esir düşen ve 1945 de Almanların mağlûbiyeti üzerine Kırıma dönen kimselerin anlattıklarına göre, Kırımın şehir ve köylerinde, Kırım Türkleri güpegündüz kitle halinde katlediliyorlardı, iki kişinin ihbarı veya ifadesi, her hangi bir kimseyi Almanlarla işbirliğiyle suçlandırmağa ve ölüme mahkûm etmeğe kâfi geliyordu. Akmescit caddelerinin ağaçlarında Sovyet cellâtlarının asılmış kurbanları sallanıyordu. Hâdiseleri bizzat görenlerin ifadesine göre, en fazla tevkif ve katliâma maruz kalanlar, Kırımın bilhassa Yalıboyunda yaşayan Türk köylüleri idi.
Lüzumlu vesikaların ademi mevcudiyeti, topyekûn tehcirden evvel katledilen Kırını Türklerinin sayısını tayin etmeğe şimdilik imkân vermiyor. Maamafîh bu kurbanların binlere baliğ olduğu tahmin edilebilir.
Kırım Türklerinin sürülmesinde vazifeli bulunan ve 1953 yılı haziranında hürriyeti seçerek Batıya iltica etmiş olan sabık NKVD yarbayı Grigoriy Stepanoviç Burlutskîy açıkladığına göre, Kırım Türklerinin topyekûn tehcir edilmesi hâdisesi 1944 yılı haziranında, yâni Sovyet ordusu Kırıma girdikten iki ay sonra vuku bulmuştur.
Burlutskiy açıklamalarına - devam ederek, Kırım Türklerinin tehciri esnasında kullanılan metotların, Şimalî Kafkasyanın "Çeçen-înguş Cumhuriyetinde tatbik edilmiş olan metotların aynı olduğunu", yâni sürgün ediyoruz diye katletme hadisesinin, Kırıma bu maksatla sevk edilen NKVD kıtaları tarafından bilaistisna bütün Türk halkının aynı zamanda ve ansızın tevkif edilerek yapıldığını söylemiştir. Mevkuflar kapalı yük vagonlarına bindirilmiş ve Kırım dışına sevk edilmişlerdir.
Burlutskiy'in anlattığına göre, Kırım Türkleri "gafil avlanarak ansızın yakalandıkları" için "mukavemet etmeğe imkân bulamamışlardır".
Sürgün edilen Kırım Türklerinin mukadderatı ve onların halen bulundukları mahal Sovyet hükümeti tarafından ısrarla gizli tutulmaktadır. Burlutskiy diyor ki, sürülenler "hayvan nakline mahsus, hiç bir iptidaî tertibatı olmayan vagonlara doldurulmuşlardı". "Vagonlar balık istifi dolduruluyor, kilitleniyor, mühürleniyor ve askerî kıt'alar tarafından muhafazaya alınıyordu". "Sürgün mahalli bildirilmemişti". Burlutskiy'in tahminine göre, sürgün edilenlerin "büyük kısmı" daha yolda iken "telef olmuştur" arta kalanlarda zaten gittikleri yerde kurşuna diziliyorlardı.
Sovyetler Birliğinden gelen veya dolaşık yollardan sızan haberler, Burlutskiy'in. bu tahminini teyit eder mahiyettedir. Kırım Türklerinin kâhir ekseriyetinin Uralın (Sverdlovsk bölgesinin) temerküz kamplarına sürüldükleri ve bir çoklarının orada açlıktan, soğuktan ve tahammülfersa köle emeğinden mahvoldukları tespit edilmiştir. Keza bir kısım Kırım Türkünün, Almanyadan dönmüş işçilerle beraber, Özbekistanın Taşkent bölgesine ve Vıborg'ın 2,5 kilometre cenubunda, Karelya berzahına sürüldükleri sanılmaktadır.
"Sovyetler Birliğindeki tehcir ve katliâm siyasetine karşı dava açmış olan Komitenin" aldığı habere göre (Münih 1951), "tevkif ve tehcir esnasında ve sürgün mahallinde
Çeçen-înguş: 200.000
Karacay-Balkar: 150.000
Kırım Türkü: 80.000-----
Toplam: 450.000---Türk insanı 20 gün içerisinde katledilmiştir.
Kırım Tatarları gibi Ahıska Türklerinin de "özel yerleşimci" statüsü 1956 yılında kaldırıldı, ama vatanlarına geri dönmelerine izîn verilmedi. Buna rağmen, çok sayıda Ahıska Türkü, Azerbaycan ve Kabarday-Balkarya'ya yerleşerek vatanlarına dönüş kararını beklemeye başladı. Meşher bölgesine dönen birkaç aile de tutuklanıp geri gönderildi. Bunun üzerine Sovyet hükümeti tüm Meshet-Cavehetya bölgesi etrafına bir güvenlik çembere kurdu, yollarda engeller ve kontrol noktaları oluşturdu ve giriş için özel bir vize politikası uygulamaya başladı/2 1956 ile 1990 yılları arasında Türkler sorunlarının çözümü için Moskova'ya en az 200 delegasyon gönderdi, ama hiçbir somut sonuca ulaşamadı.
26 Haziran 1989 tarihinde Özbekistan'ın Taşkent şehrindeki bir açık pazarda, bir Özbek ile bir Türk arasında meyve fiyatı konusunda çıkan bir tartışma bir isyana dönüştü ve nihayetinde Fergana Vadisindeki Türklerin katliamıyla sonuçlandı.
Doksan bin Türk tüm Sovyetler Birliği'ne dağıldı, ama gittikleri her yerde ayrımcılıkla karşılaştılar. 1992 yılında çıkan "Rusya Federasyonunda vatandaşlık bildirgesinin" hükümleri doğrultusunda 50,000 Türk otomatik olarak Rus vatandaşlığına geçti. En büyük Türk grubu, Krasnodar (Kaleşho) Bölgesi'ne yerleşmişti, ama Rus vatandaşlığının tüm haklarına sahip olmalarına karşın kendilerine ikamet izni verîlmedi. 1992'de ve ayrıca 1996 yılında, Krasnodar (Kaleşho) Bölgesi yetkilileri etnik nedenlerle Türklerin vatandaşlık hakları ellerinden alan özel bir yasal rejim kurdular. Ayrıca, Rus Federal içişleri Bakanlığı da Türkleri Rusya Federasyon vatandaşı olarak kabul etmeyi reddetti. 1997 yılının başlarında insan hakları grubu "Mernorîal", Rusya Başkanı Boris Yeltsin'e başvuruda bulundu, ama Yeksin, Krasnodar (Kaleşho) yönetimine destek verdi. 1997 yılının Ocak ayında yapılan bir dizi tartışma sonucunda, federal yönetim, Ahıska Türklerinin Rus vatandaşlığı hakkını yok saydı.
Krasnodar (Kaleşho) Bölgesî'nde ikamet etmelerinin yasa dışı olduğuna karar verdi, etnik kimliklerinin Türk olması ve Müslüman olmalarından dolayı Ahıska Türklerinin potansiyel olarak Rusya'ya bağlılık duymadığını ilan etti ve Gürcistan'a dönmelerini emretti.
Sonraları Birleşmiş Milletler ve Avrupa Güvenlik ve işbirliği Teşkilatı tarafından yapılan çözüm bulma çabalan da herhangi bir pratik sonuç getirmedi. Bu arada, Kazak paramiliter grupları zor kullanarak Türkleri bölgeden çıkaracaklarını açıkça beyan ederek Krasnodar (Kaleşho) Bölgesi'ne girmeye başladı.35 Eylül 1998 tarihinde Ahıska Türkleri hakkında bir Rus Komisyonu toplandı ve Ocak 1997 kararlarını teyit ettî. Mayıs 1998'de Krasnodar (Kaleşho) Bölgesi hükümeti Ahıska Türklerinin Türkiye'ye göç etmelerini teşvik etti; bu imkandan yaklaşık 100 aile yararlandı. 1999 yılının başlarında, Ahıska Türkleri için vatana dönme yasası çıkarması şartını yerine getiren Gürcistan, Avrupa Konseyi'ne kabul edildi. Ancak günümüzde Gürcistan'daki büyük bir Ermeni nüfusunun özerklik elde etmeye çalışması yüzünden durum iyice karmaşık hale gelmiştir. Ayrıca, 1944'te Mesnet bölgesinde 115,000 Türk yaşarken günümüzde vatana dönme hakkından yararlanacak 250,000'i aşkın Türk vardır.
Gürcistan yetkilileri Gürcüleri Meşher bölgesine yerleşmeleri konusunda teşvik edip Türklerin ilk olarak oturdukları evleri halen boş durmasına karşın Türklere yer olmadığını iddia ettiler. 2000 yılının sonbaharında Gürcü Başkanı Eduard Şhevardnudze, Yarım ağız Ahıska Türklerine vatanlarına dönme hakkı vermeyi planladığını ilan etti; bunun üzerine hem Gürcü parlamentosunun hem de Gürcü vatandaşların büyük protestolarıyla karşılaştı hiç kimse Türklerin tapulu mallarını sahiplerine iade etmeyi düşünmüyordu.Tarihin garip bir cilvesi Gürcistanda bu protestolar olurken Gürcistanı ziyaret eden Türk(veya kendi tanımıyla Türkiyeli) başbakan Recep Tayip Erdoğan Gürcülerin alkışları arasında şu açıklamayı yapıyordu:
11 Ağustos 2004 Gürcistan gezisinde
Ben de Gürcü'yüm. Ailemiz Batum'dan Rize'ye göçmüş, Gürcü Ailesidir. Ben de mağdurum, kızlarım da mağdur, oğullarım da mağdur. -Politika Akşam 08 Aralık 2005
'Kazakistan Rusların Nükleer Çöplüğü Oldu'
---Kazakistan dünyada topraklarında en fazla radyasyon barındıran ülkelerden biri.
---Uzmanlar, Kazakistan'da genetik başkalaşım gözlendiğini öne sürüyor
---Eski Sovyetler Birliği döneminde Kazakistan topraklarına 237 milyon ton radyoaktif atık gömüldüğü belirtiliyor.
---Ülkede Sovyet döneminde binlerce nükleer deneme yapıldı. Bu denemelerde büyük miktarlarda radyasyon açığa çıktı.
---ikinci Dünya Savaşı'nın sonunda Hiroşima'ya atılan atom bombasının açığa çıkardığının 20 bin katına eşit miktarda radyasyonun varlığından söz ediliyor.
---Kazak biyolog Keyşa Atahanova'nun başlattığı kampanya sonucu, hükümetin işlemek üzere diğer ülkelerden nükleer atık alma planlarını rafa kaldırdı.
---Atahanova, BBC'ye ülkedeki nükleer atıkların halk üzerindeki etkilerini anlatırken, nükleer deneme alanının 1991'de kapatıldığını, ama sorunun hala çözülmediğini söylüyor.
---Atahanova'ya göre bunu nedeni, ülke topraklarına hala radyasyon yayılması.
---Kazakistan'da 50 yıl boyunca nükleer denemeler yapıldı. Kazak halkı bundan çok kötü etkilendi.
---Radyasyon sadece deneme alanına yakın bölgelerde değil, ülkenin çok farklı noktalarında özellikle hamile kadınlara büyük zararlar verdiğini kaydeden Atanova, ''Genetik bir başkalaşım yaşanmaya başladı. devamlı kanserli, zihin hastası ve genel bağışıklık sistemi bozuklukları olan çocuklar doğuyor'' görüşünü dile getiriyor.
---Atanova, yönetimi yaşananları görmezden gelmekle suçluyor ve şöyle devam ediyor:
''Üstelik bunlar yetmezmiş gibi, ticari amaçlarla ülkeye yeni nükleer atıklar getirilmesini sağlayacak bir yasayı meclisin gündemine getirdi. Bu yasayı engellemek 2 yılımızı aldı. Ülke çapında 60 sivil toplum örgütün çabasıyla yasanın geri çekilmesini sağladık. Bizim petrolümüz var. Paraya ihtiyacımız yok. Ülkemiz niçin nükleer çöplük olsun.''
---Atahanova, Kazakistan'daki çalışmaları nedeniyle bu yıl 16'ıncısı düzenlenen Uluslararası Goldman Çevre ödülüne layık görüldü.
Kaynak:BBC Turkish.com