yıllardır mezarım olan bu odada ruhum sıtmaya tutulmuştu sanki, birdenbire acı ve korkunç bir gerçekle karşı karşıya gelmiş bir şuurun vicdanıydım ben. felaket ve sefaletin içinden bakan gözlerin karşısında akıp giden; sefahat ve rahat denilen şeylerin ne kadar kaba, ne kadar adi olduğuna tüm benliğimle inanıyordum. Nebi gibi toklar sofrasından kaçıp açlar çevresine sığınmayı, sefil ve serserilerle düşüp kalkmayı, meczupların sohbetini çok bilmişlerin meclisine tercih etmeyi, hem de haz alarak benimsemiştim. tüm bunlara rağmen de günlük kıyafetinin toplam tutarı bin beş yüz liranın altına hemen hemen hiç düşmeyen ikiyüzlünün de tekiydim. bu ikiyüzlülüğe bir son vermekti bu akşam maksadım.
Son deneyimi yaptım bugün. Kanaatlerimi nihayete erdiren son deneyimi. şöyle başlıyor hikayem, hani çoğu fake olarak kullanılan, süperegonun tezahürü olan instagram ve facebook profilleri vardır. girenin çıkanın haddi hesabı olmayan profiller, bilirsiniz. ailesi gariban olmasına rağmen, özünün uzağında yapay geçici bir yer edinmeye çalışan, dostoyevskinin de dediği gibi temiz kıyafetlerin bile yakışmadığı insanlardan bahsediyorum. düşünürdüm, bu insanlar, genç kızlar hakkında ama malumunuz hiçbirisiyle canlı canlı konuşma fırsatım olmamıştı. Umutsuzca yaptığım ilk denemede profilinde hanzoların cirit attığı bir kızla iletişime geçmeyi başardım. beklemiyordum, nasıl bekleyeyim. etrafındaki onca insanın arasından, kendi tabiriyle neden beni seçsindi ki ? neyse seçildik, seri telefon konuşmalarından sonra aynı gün, yani bugünün akşamında buluşmaya karar verdik. bana, aracınla mı geleceksin yoksa taksiyle mi diye sordu. otobüs ihtimal dahilinde bile değil. taksi dedim. o avcılardan ben beşiktaştan harekete geçtik. buluşma noktası olarak bakırköyde uzlaşmıştık. yenikapıya kadar otobüsle gidip oradan taksiye atlamayı düşündüm. otobüs beni yavaşlatmadı zira istikametten hiç sapmıyordum ve yenikapıya kadar hiç trafik yoktu. yenikapıda hemen taksiye geçtim. taksiye kadar birkaç mesaj yazmış ve almıştım. taksici istikamet bakırköy olunca haliyle transit şeride geçti ve trafiğe takıldık. şeritten de çıkamadık. o arada ben onunla irtibattayım. ve buluşma noktamızı değiştiriyoruz. hiç gitmediğim bir yer. kale outlet center. öte yandan kızın sesi duru ve hiçbir hoppalık belirtisi göstermeyen sakin cinsten. ta ki ben o sikik kale center yerine bakırköye devam etmesini isteyene kadar. biz hala trafikteyken canavar ortaya çıktı ve buluşma iptal oldu. götümü döner giderdim. lakin hiç yaşamadığım tipte bir deneyimdi bu ve bana lazımdı. ısrar ettim ve kale centera gittim. taksi, 50 lira. kalenin içinde değilmiş hanım kızımız, kopuk kopuk birkaç telefon konuşmasıyla birbirimize kavuştuk.
onun arkası dönüktü. önce ben gördüm. gelirken, yolda, fotoğraflarında gördüğüm kızla karşılaşmayacağımı düşünüyordum bir ihtimal. fakat oydu. boyu beni geçmişti. ayağında 10 santim topuklu, mat deri bir pantolon, üstünde kaz tüyü olup olmadığından emin olamadığım güzel yeşil bir mont ve dirseğine asılı çantasıyla bugüne kadar zerre kadar yakınlaşmak istemediğim bir tiple beni bekliyordu.yanına vardığımda beklentisinin karşılanmadığını hissettiğim tonda bir sesle "sen misin?" dedi ve yumuşakça tokalaştık. beklediğimin aksine, sakindi. yüzüne baktım. saçları seyrelmişti, yüzündeki hafif makyaj, malzeme kalitesi iyi olmakla birlikte doğru kullanılamamıştı. siyah rimelinin üstündeki hafif yeşil sürme çok kötüydü. fakat allık ve yüzünün diğer yerlerinde uygulama fena değildi. kendini çekici kılabilmek adına takındığı işve sayesinde evet çekici olmuştu öte yandan onu itici yapan gereksiz kendini beğenmişliği de buram buramdı. nereye gidelim dedim. kale basitmiş. öyleyse midpointe gidelim dedim. nihayetinde taksiye binip bakırköye gidelim dedik. yolumu değiştirip geldiğim yerden tekrar bakırköye gidelim dedik yani. yürürken topuklularını işaret edip, koluma girdi. fakat ben solo takılmaya o kadar alışmışım ki, kız sürekli arkamda kalıyordu. yoldan taksi çevirip depara kalktığımda kızı tamamen unutmuştum. seslendi ve bekledim. tanışma anında ve takside pek konuşmak istemiyordum. sadece izlemek niyetindeydim. o da konuşmadı. ağzım kokmasın diye aldığım sakızdan ona da uzattım. konuşmadan ilerledik ve yemek yiyeceğimiz yerin önünde indik. taksi parasını verdim. kapıyı tuttum. mekana oturduk. vedat milorun de mekanı tanıttığından falan bahsettim. vedat milor de kim dedi. anlattım. çok dikkatliymişim, öyle dedi. artık kafamda birşeyler şekillenmeye başlamıştı. o, yemek siparişini garsonun yüzüne bakmadan ağız ucuyla verdi. yemeğini öyle bir pasaklı yedi ki ben utandım. ve benden önce bitirdi. anlamıştım. aldığı iltifatlardan dolayı artık beynini kullanmaya ihtiyaç duymayan birisiydi o. evet netti. hesabı ödedim. en yakın taksi durağının yerini sorup mekandan çıktık. biraz yürüyecektik. koluma girdi. günlerimi nasıl geçirdiğimi sordu. kendimi normalde nasıl ifade ediyorsam o şekilde anlatmaya başladım. sıradan bir öğrenciyim dedim. beni çalışıyorum sanıyormuş. ona verebileceğim tek şeyin, belki sevgi olabileceğini söyleyip sözü ona bıraktım. okumuyormuş, geziyormuş, nasibin ne zaman nereden çıkıp geleceği belli olmazmış. aramızdaki mental uçurumlar artık gözlerimin önündeydi. araya bir iki aforizma sıkıştırdım, anlamadığından emin olduğum. o dakikaya kadar hiç aşık veya arzulu ayağı çekmediğim gibi kalan zamanımızda da çekmeyi düşünmüyordum. azıcık yürüdükten sonra yine taksiye bindik. çay kahve içelim demiştik. itin öldüğü yerlere doğru yol alıyoruz. ben bilmediğimden, gideceğimiz yeri ağzını yayarak ve kendince komut verir bir tonda taksiciye söyledi. telefonuyla ilgilendi biraz ve ailesinin merak ettiğini söyledi. huzursuzluğunu farkettiğimden, bahane uydurmadığına eminim. çay içelim diye gittiğimiz bir alışveriş merkezinin önünde taksi parasını ödedim ve indik. nefret ediyorum hepsinden dedi. ailesinden ediyormuş. gitmeliyim dedi ve alel acele tokalaştıktan sonra görüşürüz deyip ayrıldık avm nin önünde. taksinin birine bindi.
artık kendimle başbaşa kalmıştım. çaydan sonra ayrılırız diye düşünüyordum açıkçası. ama farketmez. gidip gezmeyi düşünmediğim istemediğim bir yerde evimden ve semtimden uzakta bir süre ayakta düşüncelere daldım. bir sigara yaktım. giden paramı hesapladım. hani bazı dev hatalardan sonra sırıtarak kendinize küfürler yağdırırsınız ya. o anı yaşadım. dönüş yoluna koyuldum, düşünceli. üzüldüğüm param ya da vaktim değildi. karşılaştığım, tecrübe ettiğim gerçek bambaşkaydı. farkettim ki, gelinen noktada bu insanların nufüz edilebilecek bir ruhları yok, aydınlatılabilecek bir kafaları yok, beslenebilecek vücutları yok. kalmamış. bu gibi insanlar, hayvani duyguların, cehalet denilen zifiri karanlığın, yoksulluğun ve kıtlığın elinde mutlular. peki ama, ey bu satırları okuyacak arkadaş, bu insanlar kaybolma safhasına gelene kadar kabahat kimin ? yıllarca yaşamak şevkinden yoksun kalan bu kazazedeler, kuru toprakla gri gök arasında yabani bir ot gibi bittikten sonra elime orağı alıp hasada giderken ne bekliyordum ki ben ? ne ektim ki ne biçecektim ?
hasılı, pes ettim. ama şerhimi de koydum.
dönüşte inönü' nün inşaatına karşı sebaya dua edip, marşlar söyleyerek eve geldim.