turuncu gözlü mavi tenli beyaz saçlı hatun, bölüm 2; --ütopyanın yüzeysel çatışması ve sıyrılınan benlik adına pişman olmamak--
şöminenin önünden tekli koltuğu kaldırıp üçlü koltuğu çektim. bu sefer vişne likörüydü kahroluşum. dağıtmayı sevmiyordum. sarhoş olmak değil de adam akıllı düşünmekti planım koltuğa uzanırken. cohiba'mı aldım humidordan. zippo'mu çaktım yine yumuşakça. dumanlar süzülürken düşünüyordum bugünü. tüm gerçeklere rağmen hayalleri davet etmekti kalbime -bugün yaptığım-, düşüneyim bi daha. evet, aynen buydu.
dumanın süzülüşü, bana yine saçlarını hatırlatmıştı; sarı, loş ışığın altındaki yansımalar... hepsi onun bir simgesiydi. portakal kabuklarını çoktan şömineye atmıştım zaten. hemen telefonumu açıp biraz komikli video izledim. kafam boşalmalıydı önce. israf adama güldükçe gülüyordum. iki videodan sonra artık iyice rahatlamıştım. nihayet kendime gelen ben; artık düşünmeliydi sakince.
hatun benim ütopyam. saçı başı, gözleri, o bambi bakışları; bildiğiniz mest olmaktı. öyle mest olmak ki bu, nefret ettiğin sanal insanlardan olmadığını hayal etmek. hayal ettiğine inanmaktı bu. sanki instagram'a her dakika fotoğraf yükleyen kız o değildi. sanki twitter'a ''işemeye gidiyorum'' diye tweet atan başkasıydı. o ki kusursuz demek istediğim kız, henüz yerdiğim tüm sosyal ağların kölesiydi. diyemiyordum. ya zamanı gelmişti hamur beyinli olmanın, ya da o hamuru işleyip fırınlamam gerekliydi önümdeki süreçte. cumartesi gecesine kadar her şey şekillenmeliydi. ya yalnızlığımda kaybolacaktım şişe diplerinde, ya da var olacaktım sevgilimin bembeyaz kollarında yıllarca.
ikilemler arasında uyuya kalmışım. düşünmeme engel oluyordu nefes alışlarım bile. bahaneydi resmen her şey kendime gelemememe.
sabah uyandığımda; puro da şömine de yakmamıştı hiçbir yeri. şükrettim allah'a. tekrar imana geldim. inancım pekişitikçe pekişiyordu. portakal suyumu içip çıktım evden. iş yerinde bir hayli durgundum. sanki önceki gün dayak yemiştim yirmi kişiden. toplantıda her ne kadar cappy atom içsem de canlanamadım. yalandı bu reklamlar... akşam bir bara gittim. bir elimde votka, diğerinde telefonum. birer birer indirdim. instagram, snapchat, twitter, swarm... telefonum bir ergen telefonu olmuştu. hepsine ''marjinaltosbaga'' diye hesap açtım. hemen buldum onu da. takip ettim her koldan. facebook'tan da bulmuştum. artık bir engel yoktu onu anlamam için. içkilerle fotoğraflar çekip yolladım hepsine. eldiveni çektim yolladım. kızların arasına girip hepsiyle selfie'ler çektik. yolladım onları da her kanala teker teker. like'ladı birkaçını. kızlarla olana yorum yaptı; ''asdfghjk'' diye. zaten başka bir dil bilmiyordu. artık hal hatır sorsam ''asfhjasdfkl'' diyecekti. baktım takipçilerim bir bir artıyor. katıldığımı gören herkes egomu yükseltme adına takip üstüne takip ediyor her hesabımı. iki günde fame olmuştum. ya da popi işte ne derseniz. kendimi alamıyordum artık fotoğraf paylaşıp tweet'ler atmaktan. ofiste bile artık ilk işim mail'lerime değil, kimin; hangi fotoğrafıma; ne yorum yaptığına bakmaktı. neler oluyordu bana? hoşuma gitmeye başlamıştı iyiden iyiye. bu sırada ütopik kızımızsa hala kendi halinde takılıyordu. belli bir hayran kitlesine ulaşmıştı o da tabii. ama onu yakalamam uzun sürmedi. sosyal çevrem genişti. bir o kadar da sosyal ağda çevrem bir deprem gibi dalga dalga yayılıyordu herkesin şebekesine. bu gitgide koparıyordu benliğimi. bir hafta önce nefret ettiğim insanlardan olmuştum. hem de en beğenilenlerinden...
günlerden cuma. yıllık iznimi kullanma kararı aldım öncesinde. bugünse tatildi bana tabii. buna rağmen hala rahatsız ediliyordum çalışanlar tarafından. ''şunu nasıl yapıcaz?'' ''şu şöyle diyor ne diyelim?'' uçuş moduna aldım telefonu sonunda. ama o da ne? telefonu cebime koyup aradan 7 dakika 3 saniye 81 salise geçtiğinde bir eksiklik hissettim. sanki hayat sucuksuz bir yumurta, likörsüz çikolata gibiydi. anladım. işte anladım sözlük. bu kızı ben şimdi anladım. alışmıştı. alışmış kudurmuştan beterdir derken bunu kastettiklerini de beraberinde anlamış oldum. dayanmaya çalıştım. oturdum balkona bir sigara yaktım. ulan telefonu sikecek gibi kesiyorum. kızın yemek yerkenki bakışları geçti gözümün önünden. haklıydı. ilk defa boktan bir konuda birine hak veriyordum. köle mi? ta kendisiydim. ergen tribi mi? doruklarındaydım. hatta; bizim hatun ''asdfghjk'' iken ben; ''asdfghjklşasfhişasfjek'' idim. halay çekiyordu merak duygularım. kıpır kıpırdım, duramıyordum yerimde. hemen son bir duman daha alıp attım sigarayı. dumanı tahliye etmemle bildirimlerin telefonu kasması bir oldu. telefondan duman çıkacaktı neredeyse, tir tir titriyordu. 36 saniye 11 salise sonunda kendine geldi telefon. bir bir okuyordum yorumları. beğenilere bakıyordum. arada müstehcen fotoğraflarımı gördüm. kesin sarhoşken yaptığım mallıklardan bir tanesiydi. bu yüzden nefret ediyordum sarhoş olmaktan. heme sildim onları. bir baktım bizim hatun her fotoğrafımı beğenmeye başlamış, bir kaçına yorum yazmış. ''lan'' dedim bu kadar kolay mıydı? ben niye o gün karşısına geçip beni fark etmesini bekledim ki? sevinç, şaşkınlık, pişmanlık, am, göt, meme; hepsini bir anda hissettim. geceye kadar evden çıkmadım. durmadan bir şeyler ekliyordum hesaplarıma.
o? hatun? hatun aklımdan çıkıyordu hızlıca. sanki bu sosyal ağ, gözüme 5 günde inecek kalın bir perdeydi; kalp gözüm dahil. yavaş yavaş siliniyordu değerler. artık kimsenin duygularını önemsemez, her bir boka ''asddfkjgdfkl'' diye yorum yapar olmuştum. snapchat'ta anlık fotoğraflar paylaşıp puan kasıyordum. instagram'da, twitter'da takipçilerime bakıp gururlanıyordum. ne olacaktı? hepsini toplasan bir ''saç teli'' etmezdi. bana kazandırdıkları bir şey yoktu fanlarımın ama istiyordum onları anlamsızca. evden çıkamadığımı gece 11:21:34'te fark ettim. hemen taşınabilir şarj cihazımı alıp sokağa attım kendimi. ulan izinliyim evde oturuyorum. beni bu hale nasıl getirebilmişti en nefret ettiğim şey? sahiden de sıyrılıyordum benliğimden. yürürken bir sigara daha yaktım. sanki bir şeyler değişikti. sigaram bile fotoğraf çekilmelik bir obje gibi gözüküyordu. her saniye, her salise daha da ''aynılaşıyordum'' herkesle. anlaşmak için aynılaşmak, anlamak için level düşürmekti yaptığım. garaja yürüyüp arabayı aldım. yola çıkmadan aradım malum kişiyi. ''neredesin? alayım seni?''...
o gece aldım onu mc donald's'tan. hala çocuk gibi oralarda takılıyor arkadaşlarıyla. boğaz köprüsünden geçerken yavaştan konuya girmeye başladım.
-''ehehe işte ben de takılıyorum hesaplar falan, zevkliymiş ya''.
+''tabii ihihi''
işte bu! işte buydu! artık o da mal gibi gülmeye başlamıştı. kim bilir aklından; ''ihihi ne amk salak ben yaa'' diye geçirmiştir. purple'a götürdüm. ''birer bira bize''. anlatıyordum maceralarımı. ''şöyle güzel, böyle güzel. hahaha aynen bu da çok iyiydi'' gibi yorumlar yapıyor. sanki ''mest olmuştu'' bana. mest olmak, hatırladın değil mi? ben de mest olmuştum zaten. ee daha neyi bekliyordum? kızı kendi silahlarıyla, kendi dilinden, can evinden vurmuştum. oyun hamuru gibi bir kalbi vardı artık bana karşı. onu, bu ucuz şeylerle tavlamam beni pek tatmin etmemişti. bir yerden başlamak şarttı ama. her neyse, ''seviyorum'' demiştim. ''seviyorum'' da demişti.
gülmüştük birbirimize; -''asdfghjkl''
planladığım geceye artık 24 saatten az bir süre kalmıştı. hatunu eve atmadım bilerek. düşünmem gerekirdi, yanılmadan. bu sıralar çok düşünür olmuştum zaten. düşünesim de yok değildi. anjelique sözünü çoktan almıştım. kararıma destek çıksın diye bir kağıda yazdım artılarını eksilerini. şu ''asdfghjk'' tarzı dışında hiçbir eksisi yoktu keratanın. artılarsa ferman gibi dizilmişti kağıda. yazdıkça yazasım geliyordu artılarını zaten. hiçbir eksi bulamadım. nereden bilebilirim ki travesti old... yok şaka bu. lan? haha yok lan değildir yaa. olsa belli olurdu canım. öhöm. neyse.
balkonda sigara içiyorum...
alamate binip gitmek miydi savura savura kriterleri? yoksa değiştirmek miydi onun düzenini yapmam gereken? diğer ihtimali düşünmek istemiyorum. her şey bu kadar kırmızı şarap iken, ne gerek vardı ki şalgama? bu yüzden aradım yatmadan. saat 3 civarı (bu sefer kaçırmıştım saati) uyandırmışım, yazık. ama o an umrumda değildi ne düşündüğü. ben ne dersem o olacaktı. ikinciyi seçtim. önümde 20 saat 8 dakika 79 salise vardı ona kendime anlatıp, onu değiştirip, onun eşliğinde gidişime ortaköy'e...
anlattım telefonda derdimi. cümlelerimi gayet sade kurdum. anlatmak zordur ya hani dili yakan çayın bıraktığı hissi. onu bile ''uyuştu'' diyerek geçirecek kadar basite indirgedim laflarımı. anladı. anladığını söyledi yani. ''bana biraz zaman ver'' dedi her genç kadın gibi. ama 19 saat 47 dakika 88 salise kalmıştı. ben sabredemezdim. bir anda otoriter olmuştum. ''şimdi'' dedim. ''şimdi söyle''. kapattı. suratıma yani. benim. biraz bekledim.
aradım tekrar; ''aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. lütfen daha sonra tekrar deneyiniz. the person you have called can not...'' fırlattım duvara hışımla.
turuncu kabı korumuştu telefonumu.
zaten pek de sikimde değildi.
para bok.
o; uğruna hesaplar açtığım. onu anlamak için ''herkes'' olduğum kız, suratıma kapatmıştı ansızın. şarjı mı bitti acaba diye hiç düşünmedim. 2 saniye içinde şarja takacak kadar temkinliydi her zaman. çantasından taşan yedek bataryalar...
sinirimi yatıştıması niyetiyle yemek yedim portakal suyunu da ihmal etmemiştim yine. saat 4:51:17:90'da uyudum.uyandığımda beni nelerin karşılayacağını bu sefer ''bilemeden''.