17 yaşındaydım. yani ölmeden önce. hep 17 kalacağım. okumadım. bizim buralarda çok hevesli değilsen kimse seni okutmakla uğraşmaz. hele de kız çocuklarını. ev işlerini yapmaları, vakti zamanı gelince evlenmeleri makbuldür. bende bu makuz talihi yenemeyenlerdendim. annem/babam mevsimlik işçiydi.
ve buralarda ''kader'' en bulaşıcı hastalık.
abimle ben, tıpkı annemle babam gibi mevsimine göre pamuğa, elmaya, tütüne giderdik.bu da yılın yarısını aç geçirmek, sigortasız olduğumuzda hastalanınca akrabalardan para dilenmek demekti.
tüm genç kızlar gibi güzel elbiseleri, film izlemeyi severdim. görünce kalbimin deli gibi çarptığı bir sevdiğimde vardı elbet.
öldüğüm gün annem benimle gelmemişti. gitmek istemediğimi, çalışmaktan çatlayan, kanayan ellerimden utandığımı ona söylememiştim. çünkü evde yağ, tuz, ekmek..bekleyen birine bunu söylemek zordu.
siz hiç 35 liraya öldünüz mü? ben öldüm.
35 lira için balık istifi bindiğimiz minibüs taklalar atarken canım hiç yanmadı. canımı yakan bu hengamenin, tozun, çığlıkların bitiminde tüm gençlik heveslerime veda edeceğimi bilmekti. çünkü ölmek bir anlamda hayallerin bitmesiydi.
benim hayallerimi çaldılar. haklarını yemiyeyim. parasını peşin ödeyip gençliğimi aldılar. katilim; bizim gibileri yok paraya çalıştıran toprak sahipleri, bizim sırtımızdan geçinen aracılar ve bu olanları seyreden devletti. hesabım sorulmayacak biliyorum. bizden öncekiler gibi gazetelerin sayfalarında unutulmuş bir haber olacağım. adı hiç bilinmeyen.
sadece üzgünüm.
bütün yarım kalanlar gibi.
edit: sadece başlık nermin yıldırım'ın başka bir hikayesinden alıntıdır.