yer yüzünün en güzel, aynı zamanda en boktan şehri.
annem çok küçükken dedem tası tarağı toplayıp istanbul'a yerleşmeye karar vermiş. ailece istanbul'un yolunu tutmuşlar. taşı toprağı altın ya, "biz de nasiplenelim." demiş dedem.
babam okuyacağım diye evden kaçmış, amcamın yanına gelmiş. sağ sol davaları yüzünden amcam arazi olunca, babam da okulu siktir edip çalışmaya başlamış...
ben de istanbul'da doğdum haliyle. annemin çocukluğunun geçtiği sokakta, babamın esnaflık yaptığı semtte, levent'te büyüdüm.
23 yıl yaşadım, yaşadığımdan fazla yaşlandım. kalabalık, yoğun... anasını satayım bir şehrin nüfusu ülke nüfusuna eş değer olur mu lan!?
özlemiyor muyum? çok... çünkü en çok sevdiklerim istanbul'da. ama yemin ederim yoruluyorum her gidişimde.
çok klişe olacak ama o trafik var ya, afedersiniz ama .mına koyayım ben o trafiğin. levent'ten beşiktaş'a 1 saat yol mu sürer lan!? hayır hava soğuk olmasa yemin ederim yürürüm. otobüste, arabada, takside neyde olursanız olun, akmıyor sıçtığımın trafiği. hele bir de iş çıkışı ise hepten boku yediğinizin resmidir. aslantepe'den levent'e gidişimin 2 saat sürdüğünü biliyorum ben. arkada ambulans sirenleri çalıyor, çalıyor da yol veremiyorlar ki ambulans geçsin. ben ineceğim yerde indim, eve doğru saptım, ambulans hala aynı yerde siren çalıyordu. ölmüştür muhtemelen içindeki hasta. ben olsam "sikerim böyle şehrin ızdırabını" deyip nefesimi tutar intihar ederdim. adam haklı beyler...
kaç şehrin kendine has gürültüsü olabilir? istanbul'un var işte. her şeyi kapatın, gecenin en sessiz olduğuna inandığınız saatte çıkıp sessizliği dinlemeye çalışın derdim de, hangi sessizlik? uğultu var yaa, bildiğin uluyor şehir kuduz köpek gibi.
resmen ticarethane oldu her yer, ama öyle sizin benim gibiler kazanmıyorlar, kazanan hep belediye. kaldırımın bile ticarethane olduğu bir şehir lan burası. kaldırımlarda 3 masa, birkaç tabure görüyorsunuz diyelim. gidin sorun "abi yasak değil mi bunlar? kaldırımları işgal etmiyor musunuz? geçemiyoruz." diye. hop belediyeye ait çıkıyor o masalar, tabureler. haliyle devlet malı, yol açmak için iteleseniz otomatik olarak suçlu oluyorsunuz.
sonra her çeşit insan var diyoruz ya hani, bir de insanlıktan çıkaranlar var bu şehirde. mesela yoruldum biraz dinleneyim diyorsunuz, bir bankta oturma ihtiyacı hissediyorsunuz. bir bakıyorsunuz boş bank yok -zaten bank sıkıntısı var şehirde, millet söküp eve mi götürüyor, ne yapıyorsa!?-. birinde bir çift yiyişiyor*, bir başkasında bir kaç sap toplanmış apaçi müzikler eşliğinde kişisel ayin yapıyorlar. tövbe estağfurullah, allah yarattı demeyeceksin kız kulesinin taşlarına vura vura patlatacaksın kafalarını bunların. neyse...
boş yer yok anasını sattımın şehrinde. şehir ağzına kadar dolu olunca, haliyle otobüsler, metrobüsler falan tüm toplu taşıma araçları mülteci kampından farksız oluyor. 500t diye bir şey var. normal şartlarda yolculuk süresi 150 dakikaymış. ama istanbul'da her şey anormal olduğundan ötürü, yolculuk süresi de 150 dakikada tamamlanamıyor haliyle. bir de biniyorsunuz, aranızdan biri ölüyor ve adam yere düşmüyor. öyle kalabalık. allah herkese hayırlı ölüm versinden kasıtları bu olsa gerek. 500t'de ölmek ne lan!?
bir de akın akın insan kaynıyor. kuru kalabalık, her yerde. hala daha ıraklısıymış, suriyelisiymiş, bokuymuş, püsürüymüş yerleştiriliyor buraya. onlarda yerlilere yerleşiyor tabi. gelin gelin panayır var .mına koyim!
daha çok şey yazardım da, yazarken bile yoruldum anasını satayım.
"gelme lan o zaman bir daha" dediğinizi duyar gibiyim.
gelcem lan işte! mazoşist bir yapım var belki.belki acıdan zevk alıyorumdur. olamaz mı?