Hatasıyla sevabıyla ekranlara veda etmiş, merakla izlediğim ve yeni bölümlerini beklediğim günleri çok özleyeceğim ve kendi türünden yapımların bol bol çıkması için dua edeceğim bir dizi.
sezon bazında genel olarak değerlendirecek olursak ilk sezonu oldukça tatlı ve kaliteli, estetik yapım arayanları kendine bağlayacak mahiyette bir sezondu. içki yasağının başlangıç süreci, bu yasağın halk üzerindeki sosyolojik etkisi, politikacıların ve iş adamlarının içki yasağından faydalanarak nasıl zengin oldukları ve devletin buna nasıl göz yumduğu; kısacası amerikan mafyasının teşekkülü, toplumsal yozlaşmaya paralel olarak yükselmesi ve siyaseti tesir altına alması nucky thompson'ın arnold rothstein ve johnny torrio ile maceraları üzerinden mükemmel bir şekilde anlatıldı bu sezonda.
ilk sezonda dönemin genel atmosferi teferruatlı bir şekilde anlatıldıktan sonra ikinci sezondan itibaren artık şahıs odaklı hikayelere daha kesif bir şekilde yer verildiğini görüyoruz. james darmody'nin eli thompson ve commodore ile ittifak kurup nucky'i devirmeye çalışması, diğer yandan nelson val alden'ın nucky Thompson'ı içki kaçakçılığı isnadıyla mahkeme karşısına çıkarma gayreti, chalky'nin o devirde yaygın olan ırkçılık dalgasına binaen lideri olduğu zenci cemiyetini kontrol altına almaya ve nucky ile ittifak kurup güç kazanmaya çalışması ve nucky'nin en nihayetinde chalky ile işbirliği yapıp james'i alt ederek diğer yandan siyasi bağlantılarını kullanıp üzerindeki mahkeme sürecini atlatmasıyla geçti ikinci sezon. yahudi kasap manny horvitz'in james ile rekabeti; nucky'nin geri çekilmiş gibi gözükerek perde arkasından iş götürmesi, chalky'nin atlantic city'de başlattığı zenci grevi, james'in son bölümlerde nucky'ye pişman olduğunu söyleyerek ona yardım etmesi sezonun favori sahnelerindendi. ama j. darmody rolündeki michael pitt gibi kaliteli bir aktörün diziye bu kadar erken veda etmiş olması beni çok üzen faktörler arasındaydı.
üçüncü sezon benim gözümde altın sezon mahiyetindeydi. çok rahat söylenebilir ki gyp rosetti karakteri tek başına 3. sezonu silip süpürmüş ve her bölümde izleyeni kendinden tedirgin eder hale getirmiştir. harika ötesi diyaloglar, mükemmel jest ve mimikler, sadomazoşist karakteri ve sert yapısı ile başta ben olmak üzere bütün dizi izleyenlerini performansına hayran bırakmıştır. diziye sonradan dahil olmuş olan en başarılı yardımcı oyuncudur bobby cannavale. nucky'ye iyi kök söktürmüştür ama son 3 bölümdeki müthiş aksiyon ver gerilim neticesinde rosetti, nucky'nin gazabından kurtulamamıştır. tabi bu sezonda chalky'nin ikinci defa nucky'nin götünü kurtarmış olduğu faktörünü de gözardı etmemek gerekir. en favori sahnem al capone'un nucky ile anlaşıp gyp rosetti ve joe masseria çetesine karşı klasik bir gangster harbi yapmış olmasıdır. izlerken zevkte doruk noktasına vardım diyebilirim.
dördüncü sezon da her ne kadar üçüncüsü kadar heyecan verici olmamış olsa da genel itibariyle hikayelerin üst üste gelmiş olmasına binaen kaliteli ve oldukça başarılı bir sezondur. bu sezonda bilhassa meşhur fbi ajanı j. edgar hoover ile seyircinin tanışıyor olması gangsterlerin hukukun önüne yavaş yavaş çıkacağının bir işareti olarak heyecan verici olmuştur. nucky yine karşılaştığı problemlerin üstesinden gelmeyi her ne kadar becerebilmiş olsa da eski gücünü ve klaslığını kaybetmiştir bu sezonda. özellikle karşısına çıkan ve zencilere libyalı diyen dr. valentin narcisse isimli şerefsize yeterince posta koyamamış olması biz değerli fanlarını sinirlendirmiştir. sezonun en favori sahneleri olarak narcisse'in hapse girmesi, chalky'nin narcisse'in elinden kurtulması ve eli thompson'ın kendisine musallat olan içki yasağı ajanını gebertmesini gösterebiliriz. bu arada bu sezonda en favori karakterlerimden biri olan richard harrow'u kaybetmemiş olmamızın oldukça elem verici olduğunu da söylemeden geçmemek gerekir.
ve nihayet son 8 bölüm... dikkat edin sezon demiyorum. son 8 bölüm diyorum. çünki kanal ile bağlanamayan sezon anlaşması sebebiyle anlatılması gereken bir alamet hikayenin 8 bölüme sıkıştırılmasına binaen adeta bir oldu bittiye getirilen bir sezondu; bu yüzden bir anda bizi 7 sene öteden (1931) başlattı. bu yüzden en becerikli senaristin bile böyle teferruatlı bir konuyu dizinin ahengini bozmadan toparlamayı başarması mümkin olamaz. dolayısıyla Terence Winter'a bu kalite bozukluğundan ötürü kızamayacağım. ama hiç eleştirmemek de olmaz. yani amerikan mafya tarihine damgasını vurmuş isimlerden olan arnold rothstein'in öldürülmesi en azından ufak bir sahne ile gösterilebilirdi. joe masseria'nın öldürülmesi de çok basit anlatıldı maalesef. ve charlie luciano'nun diğer bir rakibi olan salvatore maranzano'ya çok yer verilmemiş olması da bir diğer noksan olarak sayılabilir. keza al capone'un en meşhur olduğu dönemin birkaç kahkaha, adam öldürme ve tutuklanma ile geçiştirilmesi de ayrı bir fiyaskoydu diyebilirim. nucky'den hiç bahsetmemek lazım zira elini attığı her işte bir cenabetlik çıkıyor ve sonunda nihayet varını yoğunu kaybederek, bir de james darmody'nin oğlu tommy tarafından vurularak sezonu kapatıyor. bir de nucky'nin geçmişine dönen sahneler var ki her karşımıza çıktığında "bu ne alaka şimdi la" dedirten türden şeylerdi. yani ben nucky'nin bugünlere nasıl geldiğini anlatan hikayeler anlatılır falan diye beklerken hep sıradan geyik hikayeler ortaya çıktı. bunu da unuttuk değil yani. bu arada şerif vekili olan nucky'nin steve buscemi'ye olağanüstü benzerliğine de dikkat çekmek gerekir.
bütün bu upuzun naçizane değerlendirmelerin ardından diziyi bir defa daha şiddetle tavsiye ettiğimi mükerreren beyan etmek isterim. mafya, gangsterler, adam öldürme, suç gibi konuları çok seven birisi olarak 4 sene boyunca bayılarak izlediğim bir diziydi. sadece bir dizi olmamakla beraber aynı zamanda bir nevi o dönemi anlatan bir belgesel olarak da görebiliriz boardwalk empire'ı. kısacası çok yaşa martin scorsese demekten başka bir şey kalmıyor bize. hee pardon, ufacık bir şey daha söyleyebiliriz. keşke, keşke, keşke mali anlaşmalar yapılmış olsaydı da planlandığı kadar sürseydi dizi....