Güneş ya yeni batmıştır ya da batmak üzeredir. Vapurla karşıya geçiyorsunuzdur. Rüzgar öyle esmektedir ki herkes vapurun alt katında kapalı kısmındadır. Ama sizin tek niyetiniz Üsküdar'dan Kabataş'a geçmek değil, istanbul'u hissetmektir.
Rüzgar ne kadar delice eserse essin, üst kata çıkarsınız. Rüzgar ruhunuzu bile üşütüp iç organlarınızı bile Size hissettirirken umursamaz bi tavırla ufka bakarsınız. Sonra boğaza, sonra Üsküdar'a. Bu güzellik anlatılmaz yaşanır.
Rüzgar sesinizi öyle bastırır ki, isterseniz bağıra bağıra şarkı söyleyin, isterseniz sövün ufka doğru. Ne varsa içinizde söylemek istediğiniz bağırın duymasın kimse, kaybolsun kelimelerde boğazın derinliğinde. Dertleiebişirsiniz bile istanbulla, yada sizden aldıkları için kavga edebilirsiniz. O on dakikalık yolculukta ne var ne yoksa dökebilirsiniz içinizdeki.
Bunu yalnız yapmaktan daha zevklisi dert ortağınız sırdaşınızla yapmaktır. işte o on dakika yaşamdan zevk aldığınız, istanbul'da olduğunuzu anladığınız ve ne olursa olsun hayatın yaşamaya değer olduğunu fark ettiğiniz anlardan biridir.