17 eylül 1961 günü gerçekleşmiş olaydır. hasan polatkan ve fatin rüştü zorlu idam edilmeden bir gün önce (15 eylül 1961) menderes, günlerce biriktirdiği ilaçların hepsini içerek intihar etmek istediği için, darağacı yolu bir gün geç görünmüştür kendisine. üstelik kalk hastaneye gidiyoruz diyerek kandırılarak.
hadi işin dramatik yönünü bir kenara bırakalım. yazdığı mektupları, karısına, çocuklarına ettiği son sözleri, yassıada'daki son görüşmelerini, ağzından çıkan son kelimeleri, hepsini unutalım, gerçekleri irdeleyelim.
hayır, demokrasi falan aramıyoruz, bugun aynı olaylar olsa, en fazla 3 yıl hapis yatar çıkar da, devir darbe devri. hukuk yok (bir defa, kendisini yargılayan mahkeme olağanüstü. sözlükteki hukukçular yazsa şu "tabii hakim güvencesini" de biz de öğrensek) anayasa yok, meclis yok, üstelik yönetenler de albay rütbesindeki genç subaylar.
benim takıldığım nokta; darbecilerin gerçekten türk demokrasisini korumak kollamak, memlekette giderek artan anarşiyi bitirmek (nasıl bitirdilerse aynı sebeple 2 darbe daha yaşadık) maksadıyla mı, yoksa 10 yıldır iktidar yüzü göremeyen ve bunu "hayatımın en büyük zaferini seçimleri kaybederek yaşadım" diyerek yutturan ismet paşayı iktidara getirmek için mi "idareye el koydukları"dır. (işin daha derinine inip de chp'lileri kızdırmayalım, asker maaşları falan)
yoksa neden ilk darbe planı, 6-7 eylül olaylarından bir yıl önce, 1954 yılında yapılmıştır? darbe için şartların olgunlaşmasını bekleyen ordumuz, neden darbe gerekçelerinin hiçbiri, ama hiçbiri henüz yaşanmamışken içten içe örgütlenmiştir? 1955 yılında çekirdek kadrosu oluşan "harbiyeliler" neden darbe yapınca 1960 yılında çıkmış tahkikat encümeni kanununu mazeret göstermiştir?
yoksa tüm bildiğimiz doğrular aslında yanlış mıdır?
ya da her gördüğümüz darbe "halka rağmen halk için" midir?