tülay Eriş hanım, küçük bir gülücükle bendenize: - Seslerin resmi yapılabilir mi, diye sordu.
Ben de tam sanat dalları arasındaki ayrımların nedenlerini; bir sanat dalının anlatımda yetersiz kaldığı bir alanı, başka bir sanat dalının tamamladığını anlatmaya kalkma ukalalığına "alabanda iskele" yapacaktım ki...
Tülay hanım:
- Benim, 5.5 yaşındaki oğlum seslerin resmini yapıyor dedi ve yaptığı çarpıcı renkli harika çizimleri gösterdi.
* * *
Henüz daha iç içe çember çember çevre koşullanmalarıyla demir bir zırh içine sokulamamış çocukların, o doğal yaratıcıklarındaki güzellikler...
Sonra da hepsini bilinen kalıpları tekrarlamaya; ya rap rap yürümeye, ya kutsal duaları ezberlemeye yönlendirmek.
Ve farkına varmadan, küçücük yaşlarda iğdiş etmek onların doğal içtenliğiyle yaratıcılığını.
* * *
Eski bir deyim vardır:
- Çocuktan al haberi, derler.
Çünkü büyükler, "her sakala göre değişik taraklar vururlar".
* * *
Bir gün Köyceğiz'de eve, 5-6 tane ilkokul 5'inci sınıf çocuğu gelmişti. Yan yana uslu uslu oturmuşlardı.
- Ee ne yapıyorsunuz bakalım, diye açmıştım lafı.
Hemen geçerli ezberlerini tekrarlamaya başlamışlardı:
- Derslerimize çalışıyoruz, büyüklerimizin sözlerini dinliyoruz vs...
* * *
Ben de:
- Büyükler yalan söyleyip dururlar, demiştim.
Böyle bir saptama çok hoşlarına gitmiş ve içlerinden biri:
- Benim annem de yalan söylüyor, demişti. Bir de örnek vermişti:
- Telefon çaldığında "şimdi çıkmak üzereydik" diyor; sonra da, "neyse atlattık" deyip, hiçbir yere gitmiyor.
* * *
Çocukları belirli kalıpların zırhları içine sokunca, kolaylaşır onları yönetmek de; tıpkı kalabalıklar gibi...
Ve böylece belirli klişeleri tekrarlayıp durmanın, beyinsel bir buzlanmasına uğrar kuşaklar.
* * *
Dünkü Hürriyet'te Arzu Çelik'in izmir'den verdiği, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'la ilgili bir haber vardı. Başlığa Unakıtan'ın şu sözleri çıkarılmıştı:
"Kişi başına gelir 15 bin dolar olsun bakın kimse dağa çıkar mı?"
* * *
Cumhuriyetçiler'in tek parti döneminde en keskin yasak, ülkedeki "yoksulluklar" üstüneydi.
1925'teki Şeyh Sait ve 1930'lardaki Dersim olayları; salt bir asayiş ve politik bir itaatsizlik sorunu olarak görülmüş; o bölgelerdeki ekonomik durumun analizlerine asla izin verilmemişti.
* * *
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, önceki gün izmir Ekonomi Üniversitesi'nde söylediği sözleri, şayet o tarihlerde söylemiş olsaydı; kimbilir başına neler gelirdi?
* * *
Belirli ezberlerin dışına çıkma yasağı; eski sivilcileri gitgide çıbanlaştırdı.
Kendi özgür doğallıklarıyla, "kral çıplak" diyen çocukları tokatlayıp susturmanın bedelleri pek acılı ve gözyaşılı oluyor.
* * *
Hazine'den geçinmeli "yönetim saltanatı"nın kadroları; belirli bir ezber dışını "yasaklama" kolaycılığıyla; sık sık ortaya dökülen beceriksizliklerin günahını; ya rakiplerinin, ya dışarıdaki mihrakların üstüne yıkma kolaycılığına kaçtıkça; çalkantılar da depremleşmeye başlıyor.
* * *
"Mevki sahipleri" ise, hep aynı anlayışı miras bırakıyorlar haleflerine:
- Benden atlasın da, nerede patlarsa patlasın!
* * *
Geçen yıl ABD'de çevrilmiş olan, Robin Williams'ın başrolünü oynadığı "Yılın Başkanı" adlı filmi, keşke bütün siyasetçilerimizle, siyasete eğilim duyanlarımız izleyebilseydi...
* * *
TV'lerdeki programlarında ABD'nin siyasetçilerini alaya alıp durmakla ünlü bir "şovmen" rolündeki Robin Williams'a; izleyicilerinden genç bir kız gülerek:
- Siz, diyor; kendiniz koysanıza adaylığınızı seçimlerde Başkanlığa.
* * *
Başkanlığa adaylığını koyan komik şovmen de, Başkanlığı kazanıyor.
Daha doğrusu, seçimlerde oy verme işlemleriyle sonuçlarını bildirme sorumluluğunu yüklenmiş büyük bir bilgisayar şirketinin yaptığı bir hata sonucu, kazanmış görünüyor.
* * *
O filmde Robin Williams'ın komik bir şovmenlikten, ABD Başkanlığına çıkmasıyla gazetecilerin kendisine sormaya başladığı sorulara verdiği yanıtlar, boşalan bir kahkaha zembereği.
* * *
Bir gazetecinin, geçmişteki cinsel ilişkilerini kurcalamasına da şu yanıtı veriyor:
- Geneleve ilk gittiğimde, o kadar başarısız oldum ki, paramı iade ettiler.
* * *
Daha ilkokullardayken çocukları, belirli kalıpların dar zırhları içinde koşullandırmaya kalkmak...
* * *
Tabular ve dogmalarla yığınları; "suya sabuna dokunma", "etliye sütlüye karışma", "hem nalına, hem mıhına", "ne şiş yansın, ne kebap" çıkmazlarına süpürmek...
* * *
Sonra da, değişen çağların rüzgarları önünde, apışıp kalmak ve öyle görünmemeye çalışmak...
* * *
Tülay hanımın 5.5 yaşındaki oğlu, seslerin resimlerini yapıyor; yaptığı resimler de, o kadar hiç görülmemiş güneşlerin doğması gibi ki...
* * *
Acaba tüm evrensel politika tarihinin de; savaşları, cellatları, nutuklarıyla bir resmi yapılsa, ne çıkardı ortaya; dipsiz bir kile ile boş bir ambar mı?