ibn-i Teymiyye, Miladi 1263 senesinde Şanlıurfanın Harran kazasında doğdu. Künyesi; Ebul Abbas, lâkabı Takiyyüddindir. Şamda Hanbelî fıkıh ve hadis âlimi idi. Ailesi ile birlikte Moğolların zulmünden kaçarak Urfaya yerleşti. Birçok ünlü âlimden ders aldı. Yirmi yaşında tahsilini tamamladı. 1282 yılında babasının vefatı üzerine yerine müderris tayin olundu. ilmi gerçekten çok idi. Lakin ibn-i Teymiyye, ilminin çokluğuna aldanarak, babasının ve hocalarının yolunu terk etti. Allâme ibn-i Haceri Mekkî, ibn Teymiyye hakkında şunları söyledi: Allahü Teâlânın, ilmini sapıtmasına sebep ettiği kimsedir.
Ehl-i Sünnete aykırı söylemleri sebebiyle 1305te Kadıl Kudat Zeynüddin-i Mekkî başkanlığındaki bir heyet, ibn-i Teymiyyeyi imtihana tabi tuttu ve suallere cevap veremeyince hapsettiler. iki sene sonra tevbe edince bırakıldı. iyi tahsilli, çok kitap okuyan ibn Teymiyye, Hanbelî müderrisliği gibi yüce bir vazifeyi ifa etmişti. Hatta Şiileri ve Yunan filozoflarını tenkit eden kıymetli kitaplar yazdı. Lakin ilmi ona gurur vermeye başladı. itikadî ve amelî konuda kendi fikirlerini Ehl-i Sünnetin üstünde görmeye başladı. Raşid halifeleri, Eshab-ı Kiramın ileri gelenlerini ve Muhyiddin Arabî (k.s.), Sadrettin Konyevî (k.s.) gibi tasavvuf yolunun büyüklerini tenkide ve hatta onlara hakarete kalkıştı, onları küfürle itham etti. imam Eşari ve imam Gazalîye dil uzattı. Bozuk itikatlarına dayanan fetvalarını yaymaya çalışması sebebiyle Şam kalesinde kendisine bir oda tahsis edilerek hapsedildi. 1328 yılında vefat etti. Vasıta, Kitabül Arş, Minhâc-üs Sünne, Es-Siyaset-üş Şeriyye, Ziyaretül Kubur, Fetevâ, Felsefe-i ibn-i Rüşd iktizau Sıratül Müstakim, El Furkan, ibn-i Teymiyyenin eserleri arasındadır.
GÖRÜŞLERi
ibn Teymiyyenin görüşlerinin başında tecsimcilik ve teşbihcilik gelir. Yani Hz. Allahı cisimlere, mahlûkata benzeterek, sıfat-ı zatiyyeden olan Muhalefetün Lil-Havadisi (sonradan olanlara hiç benzememek) inkâr etmektir. Vehhabilerde var olan bu görüşün temelini atan ibn-i Teymiyyedir. Herkes tarafından bilinen şu olay ibn Teymiyyenin nasıl bir düşünceye sahip olduğunu anlamak için yeterlidir: Şamda Emevi Camiinde hutbe okuyan ibn Teymiyye: Allah benim indiğim gibi şöyle yukarıdan aşağıya iner.[i] demiş ve bulunduğu basamaktan bir basamak aşağıya inmiştir. Bunu, kaynak olarak aldığımız Ebu Hamid Bin Merzuktan başka, camide olaya şahit olan ibni Batuta da ifade etmiştir. ibn-i Teymiyye, cihet anlayışı hakkında da şunları söylemiştir: Allahın kitabını başından sonuna kadar, keza Resulünün sünneti evvelinden ahirine kadar, bütün sahabe ve tabiinin ve müctehitlerinin sözleri nas halinde açık seçik bir şekilde Allahın arşın üstünde, her şeyin üzerinde, semanın üstünde olduğunu beyan eden ifadelerle doludur. Bu görüşüne de Fatır Sûresi 10. ayeti delil gösterir. Hâlbuki ulemanın ittifak ettiği görüş şudur: Bu ayetteki çıkmak kelimesi cisimlere isnat edilir ve yüklem olursa cihet olabilir. Lakin çıkmak kelimeye nisbet olmuştur, yani cismani değil manevidir. Çıkma kelimesinin bu ayetteki manası kabul olmaktır. işte Fatır Sûresi 10. ayet: Her kim izzet istiyorsa bilsin ki, izzet tamamiyle Allahındır. Hoş (güzel) kelimeler Ona yükselir, onu da amel-i salih yükseltir. Kötülükler kuranlara gelince onlara şiddetli bir azap vardır ve onların tuzakları hep darmadağın olur.
Açıkça görülmektedir ki bu ayet-i kerimede, yükselme kelimesi ulaşma manasında kullanılmıştır. ibn Teymiyye, bu manadaki aykırı görüşünde kendinden önceki tüm müctehitlerin ve âlimlerin ittifak halinde olduklarını yazmıştır. Evet, ittifak halindedirler ama ibn Teymiyyenin görüşünün aleyhine ittifak halindedirler.
ibn-i Teymiyyenin istiva hakkındaki görüşü malumdur. Görüşünü temellendirmek ve sağlamlaştırmak için imam Malikin sözlerini de istediği gibi yorumlamıştır. imam Malik Hazretlerinin istiva hakkındaki görüşü şudur: istiva malum, keyfiyeti meçhuldür. Buna inanmak vacip, üzerinde durmak, sual sormak bidattir. işte bu güzel açıklamayı ibn Teymiyye şöyle saptırmıştır: Allahın arşın üzerinde olduğu malum, fakat nasıl olduğu meçhuldür.[ii] Hâlbuki istiva cihet manasına gelmez. ibn Teymiyye, Allaha cihet isnat etmek için Kuranda istiva kelimesinin olduğunu bildiği halde, istiva kelimesi yerine fevk (üst, yukarı) kelimesini kullanarak Kuranda olmayan bir kavramla açıklama yapmaya çalışmıştır.
ibn-i Teymiyye daha da ileri giderek Tevhidi ikiye ayırmıştır. Rubûbiyet Tevhidi, Ulûhiyet Tevhidi diye isimlendirmiştir. Bu terimler de yine ilk defa ondan duyulmuştur. ibn-i Teymiyyenin Fetvaları kitabında bakın ne yazıyor: Tevhid iki kısımdır: Tevhid-i Rubûbiyet, Tevhid-i Ulûhiyet. Tek tek zikredildiği zaman her ne kadar ulûhiyet rububiyeti içine alıyor ve rubûbiyet ulûhiyeti gerektiriyorsa da, bir arada zikrolunduklarında Kul euzü birabbinasda olduğu gibi ayrı ayrı manalarına gelir. ilah; ibadete müstehak mabud, Rab; kuluna sahiplik eden demektir.[iii] ibn-i Teymiyye bu açıklaması ile Hz. Kurana ters düşmüştür. Bunu anlamak için şu mealdeki ayete bir bakınız:
Ey nas! Sizi ve sizden öncekileri yaratan rabbinize ibadet ediniz. Bu ayet-i kerime, rubûbiyeti ve ulûhiyeti ayrı ayrı gösteren ibn-i Teymiyyenin iddiasının yanlışlığını şöyle ortaya koyuyor: Ayetten anlaşılacağı üzere Rab ibadet edilendir. ibn-i Teymiyye, mantık ilminin haram olduğunu söylerken; Ulûhiyet rubûbiyeti tazannun eder, rubûbiyet ise ulûhiyeti müstelzimdir.[iv] diyerek kendisi de mantık ilmine ait kavramlar kullanmıştır. ibn-i Teymiyye tevhidi ikiye ayırarak Bakara Sûresi 21., isra Sûresi 23. ayetlerine karşı çıkmıştır.
ibn Teymiyye, mümtaz islam âlimlerine de saldırmıştır. Kelam ulemasının Kurandaki aklî delilleri anlamaktan aciz olduklarını söylemiştir. Minhacüs Sünne adlı eserinde: Kelam uleması Ulûhiyet tevhidini bilmedikleri ve Esma-i ilahiyenin hakikatlerini ispat edemedikleri için Allahtan başkasına tapmışlar.[v] diyerek bilcümle ulemayı şirkle suçlamış ve kâfir demeye getirmiştir. Bu dediklerinin sonucunda ise Sıfat-ı ilâhiyenin ispatını yapamayan herkesin kâfir olacağı çıkıyor. Yine iddiasına şöyle devam ediyor: Yalnız Rububiyet tevhidini bilmek kafi gelmez, küfürden kurtarmaz.[vi]
ibn-i Teymiyye Fetvasında şunlar yazılıdır: Peygamberler ve veliler ile tevessül eden, sıkıntılı anlarda onlara nida eden kimseler onlara tapıyorlar demektir. Ve böylece onlar putlara, melaikeye, isaya tapanlar ile aynı derecede kâfir olmuşlardır. Aynı durum ruhaniyetlerinden istimdat ve tevessül maksadı ile kabir ziyaret edenler için de mevzuu bahistir.
ibn-i Teymiyye herkesi acımasızca ve pervasızca kâfir ilan etmiştir. Tevessül ibadet etmek değil, bir şeyi aracı kılmaktır. Zira birine ilah edinmeksizin secde etmek dahi kâfirlik sebebi değildir. (Günahtır) Hâlbuki eski şeriatlerde tazim ve saygı için secde serbest idi. Yüce Peygamberimizin (s.a.v) islamı getirmesiyle bu fiil kaldırılmıştır. Zira melekler de Hz. Âdem (a.s.)e secde etmişler, Hz. Yakupun oğulları da Hz. Yusufa secde etmişlerdi. ibn Teymiyyenin tevessül ve kabir ziyareti ile alakalı görüşlerini Vehhabiler de delil kabul etmişlerdir.
Vehhabiler Hz. Resulullah (s.a.v.)ın hatıralarına en edepsiz hareketleri bu görüşlere dayanarak icra ettiler. ibn Teymiyyeden sâdır olan bir görüşe göre; Resulullah Efendimize (s.a.v.) salât ve selam getirmek şirktir. Hâlbuki Sahabe-i Kiram efendilerimiz, Hz. Peygamber Efendimize (s.a.v.); Anam babam sana feda olsun. derlerdi. Peki, şimdi hâşâ- ashab-ı kiramın şirke düştüğünü, Resülullah Efendimizin (s.a.v.) de buna müsaade ettiğini mi düşüneceğiz? Elbette hayır.
ibn Teymiyyenin mezhep imamı, imam Hanbelin Müsnedinde Ubeydetus Selmanî Hazretlerinin şu sözü vardır: Resul-i Kibriyanın mukaddes vücudundan ayrılan bir tüy, benim nazarımda yeryüzünde açıkta olan ve yer altında gizli bulunan bütün altın ve gümüş hazinelerinden daha kıymetli ve daha sevimlidir.
Bu bir tazim değil midir? Kuran-ı Kerimde Peygamber Efendimize (s.a.v.) seyyid kelimesi kullanıldığı halde Teymiyyeciler, bu kelimenin kullanılmasına da karşı çıkmışlardır.
ibn Teymiyye, Fetavasında şöyle söylemiştir: Çoğu kimseler bir halif
eyi, bir âlimi yahut bir şeyhi, bir emiri öyle severler ki her ne kadar biz onu Allah için seviyoruz deseler de- onu Allaha denk tutarlar. Bir kimse Peygamberden başkasının emirlerine uymak, nehiylerinden kaçmak hususunda Allah ve Resulünün emirlerine muhalif de olsa- ona itaati gerekli sayarsa Allaha şirk koşmuş olur. Çoğu kere bu sevgi ve itaat, Hıristiyanların Hz. isaya yaptıkları gibi olur; ona dua eder, ondan imdat bekler, onun dostları ile dost, düşmanları ile düşman olur, onun helal dediğine helal, haram dediğine haram der ve adeta onu Allah ve Resulünün yerine koyar. Bu ise: insanlardan öylesi vardır ki, Allahtan başka tanrılar edinirler de onlara Allah sevgisi gibi bir sevgi ile bağlanırlar. iman edenlerin Allah sevgisi daha üstündür. (Sure-i Bakara/ 165) ayet-i kerimesinde beyan edilen şirktendir.[vii]
Şefaat ve tevessül konusunda Ehl-i Sünnete muhalif görüşlerini eserlerinde zikretmeye şöyle devam eder: Peygamber (s.a.v.)in hayatında ve onun duası, şefaati gibi fiilleriyle tevessülün meşrutiyetinde Müslümanların icmaı vardır.[viii] Bu sözlerin az ilerisinde şunları söyleyerek derin çelişkiye düşer: Tevessül, iksam alellahtır. Allah üzerine yemin vermektir. Bu ise caiz değildir. Melekler, peygamberler veya başka kimseler adıyla Allah üzerine yemin edilmez.
ibn Teymiyyeye göre Allahtan başkasının adına kurban kesilmesi küfürdür. Bu iddiasına cevap olarak Vehhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdülvehhabın kardeşi Şeyh Süleyman bin Abdülvehhab şunları söylemiştir: Şayet ibn Teymiyye nezdinde, mezkûr nezirde bulunan kimse, kâfir olsaydı, Nezrettiği şeyi sadaka etsin! diye adama emretmezdi. Zira kâfirin sadaka vermesi kabul olunmaz. Böyle olsaydı ibn Teymiyye, kendisine Allahtan başkasına yaptığı nezir dolayısıyla islamiyetten çıktın, diyecek ve ona islamiyeti tecdid etmesini emredecekti.
ibn Teymiyye: Bu günde yapılan şeylerden hiçbiri sünnet değil, bilakis bidattir. Resulullah (s.a.v.) onu meşru kılmadığı gibi, ne O ne de Onun sahabeleri bunu yapmamışlardır. diyerek Aşura gününün ve o günde yapılan faaliyetlerin de bidat olduğunu söylemiştir. Hâlbuki Resülûllah Efendimiz (s.a.v.): Kim Aşura günü ehl-i beytine nafakayı geniş tutarsa Allah da ona senesinde genişlik verir. buyurmuştur.
ibn-i Teymiyye hakkında Müslümanların içindeki materyalist fikrin öncüsü diyebiliriz. Bu fikrini şu sözlerinden anlarız: Kuran ayniyle noktası noktasına, zahirine göre anlaşılmalı ve ele alınmalıdır. Allah, Kuranda; arş üstünde istiva ettiğini, zatiyle mekan ifade ettiğini mi bildiriyor, aynen böyledir ve Onu şekil ve mekandan tenzih edici hiçbir mecazi idrake sebeb yoktur. Allah; Benim elim her elin üstündedir. buyururken bu ifade mecazi değil, aynen vakidir. Bahis mevzuu elde bildiğimiz insan elidir.
Es-Sıratül Müstakim adlı eserinde ibn-i Abbas (r.a.) gibi büyük sahabeye kâfir demiştir.
ibn Teymiyye, bir eserinde Hariciler gibi, müşrikler hakkında nazil olan ayetleri Müslümanlar için kullanmıştır.[ix]
El Minhacüs Sünne adlı eserini, Şiilerden ibn Mutahharın Minhac el-Kerame adlı eserine reddiye olsun diye yazmıştır. Lakin Ehl-i Sünnete mugayir pek çok söz vardır: Allah u Teâlâya bir had (ölçü) olup, ondan başkası miktarını bilmiyor. Haddinin sonu tasavvur edilmesi hiç kimseye caiz değildir. Ama haddi olduğuna inanacak ve hakkındaki bilgiyi Allahu Teâlâya havale edecektir. Allahın mekânı için de had vardır. Allah Arşının üzerinde, göklerin üstündedir. işte bu iki durum, Onun haddidir.[x]
Gördüğünüz gibi burada, Allah için hem mekân tayin ediliyor, hem de mekânının sınırlılığı kabul ediliyor. Mekânı ve sınırı olanın da cisim olacağı aşikârdır. Bu da bu iddiadaki tenakuzu gösteriyor.
Yine aynı eserin 194. sayfasında: Şüphesiz Kuran ve yaygın mütevatir hadislerde, ilk âlimlerin ve tabiinin ve hatta üçüncü asrın bütün âlimlerinin kelamında, Allahın yüksekte Arşının üzerinde olduğunun isbatı husunda çeşitli delillerle doludur.
ibn Teymiyyeye göre Cehennem ebedi değildir:
Cehennemin son bulacağı görüşüne gelince, bu konuda selef ve halef ulemasından maruf iki görüş vardır ve tabiûn ile sonra gelenlerin bu konudaki anlaşmazlıkları malumdur. ( ) Cehennemde bulunanların azabının gelip dayanacağı bir son sınır olduğunu ve azabın Cennet nimetleri gibi daimi olmadığını söyleyenler, bununla Cehennemin son bulacağını kastetmiş olabilecekleri gibi, Cehennemliklerin bir gün buradan çıkacağını ve orada hiç kimsenin kalmayacağını da kastetmiş olabilirler. Ancak şöyle de denebilir: Onlar bununla, azap devam ettiği halde cehennemliklerin buradan çıkacağını değil, Cehennemin azabının sona ereceğini, onun yok olmasının bu anlamda olduğunu kastetmişlerdir.[xi]
Bu sapık görüşlere sahip ibn Teymiyye hakkında büyük âlimlerin görüşlerini yazacağız. ibn-i Hacer-i Mekki diyor ki: Allahü Teâlâ, ibn Teymiyyeyi dalalete, felakete düşürdü. Gözlerini kör, kulaklarını sağır etti. Birçok âlim, bunun işlerinin bozuk, sözlerinin yalan olduğunu bildirmişler ve vesikalarla ispat etmişlerdir. Büyük islam âlimi Ebul Hasenül Subkînin ve oğlu Tâcuddin-i Subkînin ve imamulizbin Cemaanın kitaplarını okuyanlar ve onun zamanında bulunan Şafiî, Malikî, Hanefî âlimlerinin kendisine karşı sözlerini ve yazılarını inceleyenler, sözümüzün doğruluğunu iyi anlar.
Hindistanın büyük âlimlerinden Muhammed Abdurrahman Silhetî, 1882 senesinde basılan Seyfül Ebrar adlı kitabında şöyle der: ibn Teymiyye, Vehhabilerin büyüğü ve öncüsüdür. O şeyhülislam değil, bidat ve asam yani sapıklık ve günahlar şeyhidir, önderidir. Vehhabilerin bozuk itikatlarından ilk konuşan odur. Ve aslında bu bozuk fırkayı ortaya çıkaran odur. Onun zamanından Sultan 2. Mahmut Han zamanına kadar zikri ve akideleri gizli kaldı. Sultan 2. Mahmut Han zamanında, Yemen tarafından Muhammed bin Abdulvehhab isminde biri zuhur etti. ibn-i Teymiyyenin ölümü ile yok olan, üzeri örtülen ve islam memleketlerinde eli kolu bağlı olan bozuk itikadları körükleyip ortaya çıkardı. Yeni bir din yolu tuttu. Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebine uymayan bir bidat kampı teşkil etti.
Yine Hindistanlı âlimlerden Mevlana Muhammed Fadlurresul 1849 senesinde basılan Tashihül Mesail adlı eserinde: Biliniz ki bu ibn-i Teymiyye yolu kötü, nefsine mağlup, Ehl-i Sünnetten hariç kimsedir. Allah u Teâlâ için cihet söylenir dedi.
ibn Teymiyyenin çağdaşı olan Ahmed bin Yahya el- Küllâbi diyor ki: Keşke bilseydim, ibn Teymiyye Firavnun bu sözünden Allah u Tealanın göklerin ve arşın üzerinde olduğunu nasıl anlamıştır? Firavn; Musanın Allahı göklerde dememiştir. Haydi, Firavnın dediğinden böyle anlaşıldığını farz edelim. Peki, ibn Teymiyye, nasıl Firavnın zannıyla istidlal eder? Demek ki, ibn Teymiyyenin bu ayetten anladığı mana ve Allaha cihet olduğuna dair delil, Firavnun görüşüne göredir. Akidesinde itimat ettiği delil Firavnun zannettiği şaz olup o, Firavn inancının kurucusudur. Burada anlatılan olay şöyledir: ibn Teymiyye bir eserde Mümin Suresi 36-37 ayetinde: Firavn (şöyle) dedi: Ey Hâman! Benim için yüksek bir kule yap, olur ki ben o yollara, göklerin yollarına ulaşırım da Musanın tanrısına yükselip çıkarım. Ben onu (Musayı) mutlak bir yalancı sanırım. geçen ve Firavna ait olan: Allahın göklerin ve arşın üzerinde olduğu kavlini kaynak almıştır. Ve şöyle demiştir: Şayet Musa, Firavna Rabbin, bu kâinatın üstünde olduğunu haber vermeseydi, Kuran-ı Kerimde ondan hikayetle: Ey Hâman! Benim için yüksek bir kule yap. Olur ki ben o yollarına ulaşırım da, Musanın tanrısına yükselip çıkarın. demezdi. Aynı risalenin devamında şöyle der: Muattıla olan Cehmiye taifesinin gerçek kavli, Firavnın kavlidir.[xii]
Büyük âlim Yusuf Nebhanî Şevahidül Hak kitabında diyor ki: Firavniyye ismine hak kazanan, Allaha cisim nispet etmekte, benzemekte ve yön isnat etmekte Firavne müvafık kanaate sahip bulunan Haşviye taifesidir. Yoksa noksan sıfatlardan münezzeh bulunan Allahu Tealayı bu gibi şeylerin tamamından tenzih eden Ehl-i Sünnet vel Cemaat topluluğu değildir. Yine aynı kitabının devamında şöyle yazıyor: ibn Teymiyye, dalgaları kıyıyı döven gürültülü bir deniz gibidir. Bazen sahile inci ve mercan bırakır; bazı zamanlarda da taşları ve midye kabuklarını attığı, pislikleri ve hayvan leşlerini bıraktığı olur.
Kadızade Ahmet Efendi, imam Birgivînin kitabının şerhinde şöyle diyor: Allahu Teâlâ, gökte ve yerde değildir, mekândan münezzehtir. Mekân ve zaman Onun şanına muhaldir. Sağda, solda, önde, arkada, üstte ve altta değildir. Allah u Teâlâ cisim ve cismani olmaktan münezzehtir. Bir tarafta olmaktan da münezzehtir. ibn Teymiyye ve yolundakiler; Allahu Teâlâ üst taraftadır dediler.[xiii]
Hafız ibn-i Hacer El Askalânî, Ed-Durarül Kamine isimli kitabında, ibn Teymiyyenin sahabenin büyükleriyle alakalı sözleri hakkında âlimlerden bazı nakiller yapmaktadır: ibn-i Teymiyye, Ömer bin Hattaba üç talak meselesinde ve Hazret-i Aliye de on yedi meselede Kuranın nassına muhalefet etti diye isnatta bulunmuştur. Hazret-i Ebu Bekir ne dediğini bilen yaşlı birisi olarak Müslümanlığı kabul etti, ama Hazret-i Ali çocukken islamiyeti kabul edip bir kavle göre çocuğun islamiyeti sahih değildir demesi ve yine Hz. Ali hakkında kendisi Ebu Cehilin kızını istemiş ve ölünceye kadar onu severek unutmamıştır demesi üzerine âlimler ona münafıklığı isnat etmişlerdir. ibn Teymiyye, Hz. Osman (r.a.) hakkında Osman malı severdi. demiş ve Peygamberden istigasede bulunmazdı dediği için ona zındıklık isnat etmişlerdir.
Leknevî, Ecvibe adlı eserinde diyor ki: ibn Teymiyye, ibnül Cevzî gibi hasen hadisleri mekzup, birçok zayıf haberi de mevzu kılmış, hatta zayıf veya mevzu oluşu ihtilaf konusu olan birçok haberin mevzu olmasında ittifak olduğunu iddia etmiştir.
imam Ebul Hasen Subkî diyor ki: Resülûllah ile tevessül etmek, yani istigase etmek, ondan şefaat istemektir. Bu ise ne güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki islam âlimlerinden hiçbiri buna karşı bir şey dememiştir. Yalnız ibn Teymiyye bunu inkâr etti. Böylece doğru yoldan ayrıldı. Kendisinden önce gelen âlimlerden hiçbirinin söylemediği bir bidat çıkardı. Bu bidati ile Müslümanların diline düştü.
Aliyy'ül-Kaarî, Şifa şerhinde diyor ki: Hanbelîlerden ibn Teymiyye, ifrata kaçmış bulunmaktadır. Zira Resülûllah Aleyhisselam efendimizi ziyaret için yolculuk yapmayı haram saymıştır. Hâlbuki ziyaretin yakınlık sebebi olduğu bilinmektedir. Onu inkâra kalkan üzerine küfür ile hükmolunmuştur. Zira müstehab olduğunda ulemanın icmaı bulunan bir şeyi haram kılmak küfür olur. Bu, mübah olduğunda icma bulunan bir şeyi haram kılmanın da ötesinde bulunmaktadır.
Allame Şerif Takîyûddin Ebu Bekril-Hısnî ed-Dımaşkî diyor ki: ibn Teymiyyenin dediği kavillerin en kötüsü ve çirkini, tefrika meselesidir. Yani, yalnız Peygamberin (aleyhisselam) hayatında ve huzurunda duasına tevessül etmek caizdir, vefatından sonra türbesinin yanında bile caiz değildir, sözüdür ki, bunu Yahudiler ortaya atmış ve tâbileri de bu fikir üzerinde devam etmiştir.
Zamanın sultanının ibn Teymiyyenin görüşlerinin değerlendirilmesi için gönderdiği emirname:
Sultan ibn Kalavunun ibn Teymiyye hakkındaki emirnamesinin sûreti:
Rahman ve rahim olan Allahın adıyla Bütün hamdler, her hangi bir şeye benzemekten münezzeh ve herhangi bir şey kendisine eş olmaktan uzak olan Allaha olsun. Nitekim Allahu Teâlâ, hiçbir nesne kendisine benzemez, gerçekten işitici, görücü ancak Odur (Sûre-i Şura/11) diye buyurmuştur. Kitap ve sünnetle amel etmemizi emr ve ilham eylediği ve zamanımızda dinde şek ve şüpheyi ortadan kaldırdığı için Ona hamd ederim. ihlâsı nedeniyle (kıyamet günü) akıbetinin ve dönüş yerinin güzelliğini umut eden ve Allahın nerede olsanız O sizinledir ve Allah ne yaptığınızı bilir (Sûre-i Hadid) buyurduğu ayeti celileye dayanarak yaradanı cihetten tenzih ederek La ilahe illallah, O tektir, ortağı yoktur diye şehadet ederim. Ve yine şehadet ederiz ki, Efendimiz Muhammed Onun kulu ve elçisidir. O Resulu ki, Allahın razı olduğu yola süluk edene kurtuluş yolunu göstermiş ve Allahın eserlerinde tefekkür etmeyi emr ile Zatında edilmesini yasaklamıştır. Allah, onun âl, ashabının üzerine salât ü selam eylesin, o âl ve ashab ki imanın alametleri onların himmetleriyle yükseldi, bu dinin esaslarını onlarla güçlendirdi ve onların vasıtasıyla haktan ayrılıp bidatlara yönelen kimsenin çıkarttığı yangını söndürdü.
Bundan sonra derim ki: Şeri kaideler, yürürlükteki islami kurallar, imanın ilmi rükünleri ve kabul edilen din mezhepleri bu dinin esaslarıdırlar. Bunlar dinde herkesin müracaat kaynaklarıdır. O yollara süluk eden kimse, büyük zafere ulaşır, onları terk eden kimse, şüphesiz elem verici bir azaba müstahak olacaktır.
işte bu nedenle, bu esasların hükümlerin muhafaza edilmesini ve devamını tekid etmek, bu ümmetin inancını ihtilaftan korumak, ittifak, şefkat ve rahmet terazisini doğru tutmak, bidatten müvellit fitneyi söndürmek, din ahkâmını parçalayan kimselerin toplantılarını dağıtmak vaciptir.
Çağımızda ibn Teymiyye adlı kişi sözünü genişletip, cehaletiyle kelamının yularını uzatmış, Allahın zat ve sıfat meselelerinden uygunsuz bir şekilde bahsetmiştir. Bâtıl kelamında birçok münker şeyleri açıkça belirtmiştir. Sahabe ile tabiinin bahsetmeyip sükût ettikleri şeylere değinmiş, salihlerin ve bu ümmetin sembolü olan imamların bahsetmekten korundukları şeylerden bahsetmiş ve islam imamlarının inkâr ettikleri, âlim ve hâkimlerin hilafına ittifak ettikleri meseleleri meydana çıkarmıştır.
Avam tabakasını aldattı ve çağındaki fakihlere, Şam ve Mısırdaki büyük âlimlere muhalefet ettiği fetvalar çıkardı. Bunları, risalelerine yazıp her yere gönderdi. O fetvaları, Allahın nazil eylediği isimlerle adlandırdı. işte, onun bu fetva ve risaleleri elimize geçip, kendisi ile müridlerinin sülûk ettiklerince açıkladıkları şeylerin beyanı bize ulaşınca, Allah kelamının harf ve savt olduğunu, teşbih ve tecsim akidesini açıkça söylediği anlaşılmış oldu. Dolayısıyla bu büyük fitneden korkarak Allahın dinine yardım etmek üzere ayaklandık ve bidati inkâr ettik. Onun memleketinde bunların yayılması bize ağır geldi ve batıla inananların dediklerinden iğrendik. Allahu Tealanın buyurduğu: izzet sahibi olan Rabbini takdis et, onların vasıflarından (Sûre-i Saffat/180) ayet-i celilesini okuduk. Zira Allah Sübhanehu ve Teâlâ Zatında, sıfatında Ona denk ve benzer olacak her şeyden münezzehtir. Onu gözler idrak edemez, O, gözleri idare eder, O lütuf sahibidir, her şeyden haberi vardır. (Enam, 103) diye buyurmuştur. ibn-i Teymiyyenin açıkça konuştuğu ve onun lafızlarını işiten akıllı kimsenin, onun hakkında Allahu Teâlânın: Umulmadık bir iş yaptın. (Kehf, 73) diye buyurduğu ayeti okuduğu, bâtıl fetvaları Şam ve Mısır ülkelerimizde yayıldığı zaman, kendisini huzura davet etmek için emirnamelerimizi gönderdik.
Akd ve hall ehli olan, tahkik ve nakil sahipleri âlimlerden bir cemaat bize gelince, islam kadıları ve hâkimler, Müslümanların âlimleri ve din ile dünya âlimleri hazır bulundular. Durumu müzakere etmek üzere, imamlar ile halktan, münazara ve itirazlar hususunda dirayetli olanlardan müteşekkil bir cemaat huzurunda şeri bir toplantı yapıldı. Kavillerine itimat edilenlerin dediklerine ve münker akidesine delalet eden yazılarına göre, o meclisteki ulema ve halk nezdinde kendisine isnat edilen tüm şeyler sabit oldu. Meclis, onun kötü akidesini, inkârcı olarak kaleminden çıkan şeylerin şehadetiyle hakkında Allahu Teâlânın buyurduğu: Şahitliklerini yazacağız ve sorumlu olacaklar.[xiv] ayetini okuyarak onu suçlayıp dağılmıştır. işittiğimize göre, bu fetvaları için birçok defa yetkililerce kendisine tevbe ettirilmiş ve dolaysıyla Şeri Şerif cezasını tehir etmiş, bu işten men edildikten sonra tekrar eski durumuna dönüp söz dinlememiştir.
ibn Teymiyyenin bu suçu Mâliki mezhebinin hâkimi huzurunda sabit olunca Şeri Şerif onun fetva vermekten men edilmesine hükmetti. ibn Teymiyyenin gittiği bu bidat yollara her hangi bir kimseyi sürüklemekten, onun itikadına tabi olup, onun bu kavlini söylemekten, bu kelimelerine kulak vermekten, teşbih yolunda gitmekten, Allah için yukarı ciheti olduğu hakkındaki konuşmasından, Allahın kelamının harf ve savttan ibaret olduğunu söylemekten, tecsim hakkında konuşmaktan, akaitte doğru yoldan sapmaktan veya din imamlarının görüşünden ayrılmaktan veya Allah Sübhanehu ve Teâlânın bir cihette olduğuna itikat etmekten nehy eden ve bunu itikad eden eden kimsenin cezasının kılıçtan başka bir şey olmadığına dair emirnamemizin yazılmasına da hükmettik.
Öyle ise, herkes bu sınırda durup haddi aşmasın! Önce ve sonradaki iş, Allahındır.[xv] Hanbelîlerden herkes, din imamlarının inkâr ettikleri bu akideden (ibn Teymiyyenin akidesinden), doğru yoldan saptıran şüphelerden dönmemelidirler. Allahu Tealanın emrettiği şeylerden, övülen iman ehlinin yollarına temessükden ayrılmamalıdırlar. Çünkü Allahın emrinden dışarı çıkanlar, şüphesiz doğru yolu kaybetmişlerdir. Bu gibi insanlara ceza olarak eziyetten başka bir şey olmayıp uzun zaman hapis edileceklerdir. Hapis ise, kötü bir yerdir.
Şüphesiz bizler Dımaşk ve Şam diyarına ve bu yerlere yakın ve uzak yerlere şöyle bir resmi emir çıkardık: ibn Teymiyyeye beyan ettiğimiz hususlarda tabi olanları şiddetle nehy eder, onları korkutarak tehdit ederiz. Onu koyduğumuz yere (hapse) göndereceğiz. Onu ümmetin gözünden düşürdüğümüz gibi taraftarını da düşürürüz. Israr edip de onu müdafaa edenin, medreselerinden ve görevlerinden azledilmelerini emrederiz. Onları rütbelerinden düşüreceğiz. Onlar için ülkemizde hiçbir hüküm ve velayet ve şahitlik, imamet, hatta hiçbir mertebe ve ikame hakkı olmayacaktır. Zira biz bu bidatçinin iddiasını ortadan kaldırdık ve Allahın birçok kullarını sapıttığı veya sapıtmaya yaklaştırdığı kötü akidesini iptal ettik. Hatta o kötü akidesi yüzünden halkın çoğu doğru yoldan saptılar ve yeryüzünde fesat çıkardılar. Hanbelîler de bu kötü fikirden dolayı şeri sicil defterlerinde tesbit edilsin, tesbitten sonra bu resmi kayıtlar Maliki kadılara gönderilsin. Bu husustaki korkutmamızda haklı olarak insafa dayandık. Bu şerefli emir yazımız, ovada, şehirde ikamet eden herkese de belagatli ve kötü inançtan men edici olmak üzere cami minberlerinde okunsun. Bu emirnamemiz, 705 H. Ramazan ayında yazılmıştır. [xvi]
işte Ehl-i Sünnet vel Cemaat mezhebinin büyükleri, ibn-i Teymiyye hakkında bunları söylerken, onun sağlam olmayan fikirlerini Ümmet-i Muhammedin evlatlarına dayatmak, onu tectid hareketinin öncüsü diye tanıtarak kafa bulandırmak istemek, Hz. Peygamber (s.a.v.)in ve Eshabının yolu olan Ehl-i Sünneti ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Şanı Yüce Allah, Ümmet-i Muhammedi dâlalet çukurlarına girmekten muhafaza buyursun.
[i] Ebu Hamid Bin Merzuk, Beraetül Eşariyyin, sh. 24-25
[ii] Beraatül Eşariyyin, sh. 108
[iii] ibn Teymiyyenin Fetvaları, cilt 2, sh. 275
[iv] ibn Teymiyyenin Fetvaları, cilt 2, sh. 275
[v] ibn Teymiyye, Minhacüs Sünne, sh. 62
[vi] ibn Teymiyye, Ehlis Suffe, sh. 34
[vii] ibn Teymiyye Fetevası, cilt 2, sh, 271
[viii] ibn Teymiyye Fetevası, cilt 2, sh. 293
[ix] ibn Teymiyye, el Cevabül Bahir fi Züvvaril Mekabir, sh.88
[x] ibn Teymiyye, El Minhacüs Sünne cilt 2, sh. 29
[xi] ibn Teymiyye, Er-Redd Alâ Men Kâle bi Fenail Cennetî ven Nar, sh. 52-57
[xii] el Furkan Beyne Evliyair-Rahman ve Evliyaiş Şeytan, s. 144
[xiii] Birgivi Vasiyetnamesi Şerhi
[xiv] Sûre-i Zuhruf/19
[xv] Sûre-i Rum/4
[xvi] Ebu Hamid bin Merzuk, Beraatül Eşariyyin, sh. 391-395
- See more at: http://gercekibniteymiyye....tr/#sthash.M1vFT567.dpuf