"..Oysa, kahramanların hikâyenin uzamında karşılaşamamaları teferruat; filmin fikriyatında karşılaşıyorlar, hem de ne karşılaşmak, bir fermuarın dişleri gibi birbirlerine kavuşuyorlar. iki entelektüel, iki genç kız, bir anayla bir baba birbirlerinin Alman-Türk yansıması, ying ile yang'ı olsunlar, hayat bayram olsun. Ama olmuyor.
Akın'ın en iyi filmlerinde mükemmel anlattığı şey iki arada bir deredeliktir. Gücü oradan gelir. Türkiye'ye bakar, Kapıkule azabı (Temmuzda) görür, Almanya'ya bakar kendine benzeyen Balkanlı arkadaşlarını (Kısa ve Acısız) görür, anasına babasına bakar (Geri Dönmeyi Unuttuk) onların matraklığını görür ve bu iyidir. Anlaşılan giderek daha çok buralı olmaya çalışıyor. Ama çalışmakla olacak şey değil; Sezen Aksu ya da Trabzon sevmekle, Türkiyeli devrimcileri de komiserleri de anlamaya çalışmakla ya da dönüp dolaşıp soluğu gene Büyük Londra Oteli'nde almakla... Gariptir, ya da garip ve güzeldir, bu filmin duygusunda falso vermediği, gerçekten içimizi cız ettirdiği yer anneler. (Anneleri oynayan iki kadın oyuncunun da katkısıyla.) Onlarda Türklük Almanlık eriyip birbirine karışıp 'analık' oluyor. Tam da filmin geri kalanında ol(a)mayan şey..."