taksi durduğu zaman bir şeyler hissetmiştim. ancak bunun konumuzla bir ilgisi yok. hızlıca taksiden indim. taksici beni hunharca dövdü yeniden. belli ki onu kızdıracak bir şeyler yapmıştım ama ne? bunu bulmalıydım. lakin gerek kalmadan taksici bu sorunu benim yerime çözdü: ''para vermeden nereye gidiyorsun lan pezevenk?'' adete para vermemiştim. bu beni taksicinin yaralarından daha çok yaralamıştı. para yüzünden gelen yara ne kadar ucuzsa, bunun için üzülen bir kaplumbağa o kadar tatlıydı. bunu bildiğim halde taksiciye parasını verdim ve ilk gördüğüm binaya girdim. bu binanın doğru bina olduğundan göğüs kıllarımın rengi kadar emindim. hemen merdivenleri çıkıp gördüğüm ilk adamın burnunu ısırdım. son kata geldiğimde, havaya tükürdüm ve önümdeki kapı açıldı. işte buradaydı. yıllardır beklediğim adam, son sevdiğim kişi, ilk düşmanım ve o osuruk kokusu. kardeşim tam karşımdaydı...
birini yaladığınız zaman onun tadını alırsınız ilk, sonra üzülürsünüz, göz yaşı dökersiniz. yalamak budur işte. acıdır, tatlıdır, tatsızdır ve bir sonucu vardır. sadece gördükleriniz ile bilemezsiniz yalamanın ne olduğunu ve eleştiremezsiniz birini, yaladığı için sevdiğini. kardeşimle 4 gün boyunca kavga ettik ve bu sırada 3 gün boyunca ekmek yedik. bunun bir nedeni olmalı diye düşünürken neden burada olduğum aklıma geldi. ''seni pislik ayşe özerkan'ı yaladın ve suçu bana attın. ne zamandır yaladığın birinden çekiniyorsun?'' dedim. kardeşim önce kafa attı ve sonra yaladı saç diplerimi. merdivenlerden çıkan bir hamamböceği gözüme ilişti o sırada. aşk buydu işte. hamamböceğinin tırmanmaya çalıştığı bir merdiven. neden olduğunu bilmezsin bu tırmanışın; zordur, acıdır, çişli ve pistir. ancak tamamladığında o tırmanışı anlarsın her şeyin boş olduğunu, tırmanmanın hiç bir mantığının ve yoğurtsuz mantının olmadığını. budur işte aşk. ne kadar gereksiz ve güzel. ağzım sarımsak koktuğu halde kakam gelmişti ve bu durum artık canımı sıkmaya başlamıştı. kardeşimi hemen paket lastiği ile bağladım. paket lastiklerinin bir kaçını yediğim için kolları ve bacaklarını bağlayamamıştım. hep böyle oluyor, neden paket lastiğini güzel yaparlar ki. her neyse, geriye tek bir şey kalmıştı; son çare kardeşimle oturup medeni bir şekilde konuşacaktım. aman tanrım. ikimizde çok heyecanlıydık. böyle durumlarda ya birilerini yalar ya da biskrem yerken çişimizi yapardık. bu durum oldukça farklıydı. başladı konuşmaya koltuğun kenarına sümüğünü silerek: ''bundan 14 yıl 232 gün 12 saat 34 dakika 53 saniye önceydi...hatırlıyor musun?'' amanın didim. nasıl unutabilirim bunu, bu tarih, bu his. evet evet.
--oldukça geçmişe gidiş--
yağmurlu bir salı sabahıydı. babamlar akşam namazından dönüyordu. o sırada amcam bu çocuk olmadı be birader diyerek kafama bir tekme attı. bunun verdiği huzur ile çöplerin içine düştüm. sonra hayatı aynı bu çöpe benzettim. insanların hepsi yedikleri tekmelerle çöpe düşmüyor muydu? işte buydu. bir kez daha mutlu olarak eve çıktım. çıkarken kapıcı muzaffer efendi'yi yaladım. yukarı çıktığımda her şey kahverengiydi. kardeşim yine altına kaka yapmış ve onu duvarlara sürmüştü. işte benim kanım böyle olmalıydı. gururla mutfağa girdim ve masanın üstünde gördüm onu. her şeyin başladığı yerde, her şeyi başlatan şey. sonumu kendi sonuyla hazırlayan, sadece acıların sevebileceği bir tornavida kadar hissiz bir şey. kardeşimin yediği cips. evet buydu. buydu yaşam ve ölüm. o cips ki anlardı ne zaman güleceğini ve ağlayacağını bir saatin. aldım ve yedim onu. şok oldunuz ama yaptım. bu bendim ve insanlar kendileri olduğu kadar insanlardır yoksa onların da çakıl taşlarından hiç bir farkı kalmaz. elbette gururlu, elbette yürekli ve elbette adidas montu olan biriydim. bu yaptığımı kardeşime söylemeliydim. iyi insanlar ve oto tamircileri böyle yapar. ben de çişi gelmiş biri olarak bunu yapmalıydım.
kardeşimin altını değiştirdiği ve bezlerini yüzüne sürdüğü odaya girdim. ağzımdan sadece 24 kelime çıktı. ''evet, biliyorum. bana kızacak, beni yargılayacak, benim yüzüme işeyeceksin. ancak ben, ben senin cipsinin sonunu yedim kardeşim. sadece yemedim, cips paketini yalayıp saçlarıma sürdüm.''
...ve son kanı damlarken kardeşimin yere, fısıldadım onun ismini 2 kere. son gördüğüm yüzdü onunki. öldürdüğüm ilk ve tek yalayıcı. sevdiğim 83. insandı. bildiğim son şey, öğrendiğim 13. şeydi. kardeş öldürmek ne kadar çilekli ise buna üzülmek o kadar yabancıydı bana. bir şey demeden çıktım odadan. ölüler duyamaz dediklerinizi çünkü. dinlemezler ve umursamazlar. onlar sadece ölülerdir.
bildiğiniz kadar sevin kolunuzu ve sevdiğiniz kadar öğrenin bir kalbin yaşadıklarını. çünkü odur ki sizi sizden daha güçlü kılacak yegane şey. bilmek için sevdiğiniz her şeyi öldürün. öldürün ki bir gün sizi bilmekle suçlamasınlar. onlar budur ve her zaman bu olacaklar.