Parası ceplerden çıkmayan diplomatik gezilerin, toplantıların, yemeklerin sonunda yapılan açıklamalarla; "gözü kara"lık yarışlarında şampiyonluğa soyunma gösterilerini izlerken; bendenizin de aklına nedense, az çok bilinen bir fıkra geliyor.
* * *
Bir akıl hastanesinde delinin biri, bir diş fırçasına ip bağlamış:
- Gel Fifi, güzel Fifi, diye dolaştırıyormuş.
Bunu gören bir hastabakıcı, delinin keyfini kaçırmamak için eğilip diş fırçasını okşamış:
- Bu ne cici köpek böyle, demiş.
* * *
Deli:
- Haydi oradan budala, demiş; o köpek değil, diş fırçası.
Hastabakıcı içinden:
- Sandığım kadar da deli değilmiş bu, diyerek uzaklaşmış oradan.
* * *
Hastabakıcı gider gitmez deli, diş fırçasına doğru eğilmiş:
- Aslan Fifi, demiş; bu enayiyi de atlattık.
* * *
Parası cepten çıkmayan diplomatik geziler, yemeklerle; "akıl sahibi" olmanın yerine oturup kurulmuş "cesaret sahipliği"nin kükremelerini izlerken; bilmiyorum neden hep hatırlayıveriyorum bu fıkrayı?..
* * *
Konya'da, Karaali ilköğretim Okulu'nda kanalizasyon bulunmadığı için kızlı-erkekli ufacık çocuklar, tuvaletleri kullanamıyor, kakalarıyla çişleri geldiğinde bazen ayakta, bazen çömelerek duvar diplerine sığınıyorlarmış.
Yaygınlaşan pislik nedeniyle de, 6 çocuk sarılık olup hastanelere kaldırılmış.
* * *
AB üyesi ülkelerde de kanalizasyonu bulunmayan ilköğretim okullarıyla bir kardeşlik ve dayanışma örgülenmesine gidilse...
Ve okulların kapılarına, "örgütümüzün gücü her türlü bokluğun üstesinden gelmeye kadirdir" diye yazılsa...
Küçücük yaşta hayatını yitirenler de olursa, ailelerine Şair Eşref'in şu dizeleri gönderilse:
Yavrun ölmüş eseflenme, seviver annesini;
Gebe kalsın doğursun yeni bir tanesini.
* * *
Tuvaletleri kullanılamayan okullar sorununa bulduğumuz çözümleri gören dünya, bize hayran olmaz mı?
Üstelik ilkokuldayken ezberlediğimiz şiirlerin, tarihsel bir gerçeği nasıl damgalamış olduğu da kanıtlanmış olur:
Türkün güneşleriyle dünya ufku ağardı
Türk olmasa tarihe yazılacak ne vardı?
* * *
Av. Taner Aktop'tan da bir fıkra:
Adamın biri, kulak-burun-boğaz uzmanı bir doktora gitmiş:
- Doktor bey, demiş; galiba bizim hanımda bir işitme zorluğu başladı, acaba ne yapsak?
Doktor:
- Eve gidince, demiş; belirli bir mesafeden bir soru sorun karınıza. Şayet duymazsa, biraz daha yaklaşarak sorun aynı soruyu. Yine duymazsa, daha da yaklaşarak sorun. Önce bir saptayalım hangi mesafeden duymaya başladığını. Ona göre gerekli tedaviyi yaparız.
* * *
Adam eve dönmüş. Karısı mutfakta yemekle uğraşıyormuş. Hemen mutfağın kapısına giderek sormuş karısına:
- Hayatım, ne yiyoruz bu akşam?
Karısı hiçbir cevap vermemiş.
* * *
Adam mutfağa girip birkaç adım daha atmış ve yine sormuş:
- Hayatım, ne yiyoruz bu akşam.
Kadından yine hiçbir cevap yok.
* * *
Adam, ensesinin dibine gelmiş kadının:
- Hayatım, ne yiyoruz bu akşam?
* * *
Kadın öfkeyle geri dönmüş:
- Demincekten beri bağırıp duruyorum sana köfte diye, demiş; aa yetti artık be!
* * *
Kimlerin kimleri sağır sandığı, gerçekte ise kimlerin sağır olduğu anlaşılamadı gitti şu dünyada vesselam.
* * *
Attilâ ilhan'dan bir şiirle bitirelim yazıyı:
An Gelir
an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şataraban ölür
an gelir
ömrün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiirler söyleyerek
kim duysa korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür