Uzun yıllardan bu yana ilk kez bizim pancar motorundan 1 hafta uzakta kalmak; bir çay tiryakisinin 1 hafta boyunca sabahları içi boş bir fincanla çevresine bakınıp durmasındaki garip ve görünmez bir özlemi yarattı bendenizde.
* * *
Ve nihayet Göztepe... Göztepe'deki küçük çalışma odası, tahta masa, gazeteler ve yanındaki bir tutam beyaz kâğıtla bizim pancar motoru.
* * *
Ah keşke itibarlı bir mevki sahibi olmanın hırsı; kendi varlığını, kendi uğraş ve meslek alanlarında somut bir ürüne dönüştürmekte duyup tadanları, bu kadar gölgelemesiydi.
* * *
Yüz yıllardan bu yana mevki sahiplerinin egemenlik şifresiyle platformuna ve onların övgüsüne kilitlenmiş olan kahramanlık coşkuları; aynı enerjiyi muhteşem köprülere, yollara, müzelere, kitaplıklara, gemilere, heykellere, fabrikalara, mimarlık şahyapıtlarına ve kendine özgü bir estetiği ayakta tutan semtlere yansıtabilseydi.
* * *
Hayat salt bir kahramanlıktan mı ibarettir ve çıplak bir kahramanlık sayesinde mi dünyada kalmayı sürdürmektedir, ölüp gitmiş Pavarotti'nin sesi?
Bendeniz babaannemin babaannesine:
- insanlar ölüp gömüldükten sonra da, sesleri dünyada kalacak ve onları hep duyacağız diyebilseydim; acaba "saçmalamanın, aklını kaçırmışlık doruğunda amuda kalkmışlığı" diye bakmaz mıydı yüzüme?
* * *
Olaylara her türlü koşullanmadan arınmış olarak tepelerden bakmak...
Mevki sahipleri, hoşlanmazlar böyle bir objektiviteden ve koşullanmalara "kuşku" düşmesin isterler.
Oysa mevki sahibi olmanın itibarı, meslek sahibi olmanın değerine bin basan bölgelerde; sap saman sade birbirine karışmaz, belalar kazanında da felaketler kaynatır.
* * *
Siyasetin her gün doğurduğu, tazeliği artık iyice bitmiş gündemlere; acaba kaç yıl önce, hangi zinaların neden olduğunu da merak edenler var mı?
* * *
Yarım yüz yıl öncesinin mevki sahipleri, neden tutuldu bazı kalemleri kırma kudurganlığına?
O günkü zinalardan ilerde, hangi ucube piçlerin dünyaya geleceklerini haber verdikleri için mi?
* * *
Bir uçağın kokpitinden; vazgeçtik siyasetçi nutuklarıyla gönülsel ve gövdesel öfke tayfunlarını; bazen kentler, ovalar, ormanlar, dağlar bile görünmüyor.
Sadece beyaz bulutlar ve bulutların üstünde bir uçak ve uçağın kokpiti.
* * *
Kaptan pilot Zeki Gürbüz ile yardımcı pilot Hüseyin Dinç'in nazik davetleri sonucu; 15-20 dakikalığına bir kokpit ziyaretiyle yarenliği...
Yerden 10 bin metre yükseklikte, önü tüm genişliğiyle kavisli bir camın, yan pencerelerle de öpüştüğü 2 koltuklu bir mekân...
Pilotların önündeki irili ufaklı düzinelerle kadran, tavanlara doğru da uzanmakta.
* * *
Pilotların yaşadıklarını yaşamadan, ne kadar anlaşılabilir ki takvimlerin nanik yaptığı yer yaşamları?
Onlardaki o soğukkanlılık...
Ellerinin lövyelere gidişi... Önlerindeki yarım daire direksiyon...
Şöyle pistten hızlanarak giderken birden havalanıverme...
Kürsülerde nutuk, meydanlarda slogan atarak havalanmaya benzemeyen somut bir havalanma...
* * *
Birkaç roman dışında ne şiir, ne resim, ne müzik özdeşleşti pilot yaşamlarıyla; bir sinema hariç...
Çünkü pilotlukla sinemanın doğum tarihleri, neredeyse aynı.
* * *
O nedenle de kokpit, bambaşka bir yaşam serüveninin kuluçkalığı... Mevki sahibi olarak değil, pilot olarak yükselmenin lezzetini 2 dost pilotla paylaşma, bendenize büsbütün özelletti benim mütevazı pancar motorunu...
* * *
Öl öldür, vur kır, yak, kopar kellesini... Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakma cezbeleri ötesinde; ne kadar isterdim koşullanmalar dışı ortak bir dilin de, beyaz bulutlar üstünde bir uçak kanadının ihtişamıyla genişlemesini.
* * *
Beyaz bulutların üstünde bir kokpitte 2 dost pilotla, 2 tane de sigaracık içivermek...
* * *
Neyse yine kavuştuk bizim pancar motoruna...
"Gözüne göz, dişine diş" mezbahalarıyla, binbir çürütmeciliğin göbek attığı bir beceriksizlik bataklığında; mevki sahibi olma ve sahip olduğu mevkii yitirmeme dalaşlarının acıklı manzaraları. Ve o canım insan enerjilerini, kanlı bir cenazeye çevirerek, üstüne işeyen Azrail.
* * *
Kimbilir 27 Ekim 2008'de neler konuşulacak?
Ya 27 Ekim 2018'de?
Ya 27 Ekim 2058'de?
* * *
"Uzay çağı"nda, ille de yerin dibine geçme telaşı; ister istemez şu soruyu sorduruyor insana beyaz kâğıt üstünde:
- Nereye varmak ve kimlerin saltanatına gübre olmak için?
* * *
Yerde otomobil gibi giden, denizde tekne gibi yüzen ve havada da uçak gibi uçan bir araç yapmayı gerçekleştirmek, daha yararlı değil mi?
Öyle bir araca sahip olunduğunda, ne kentlerin trafik sorunu kalır, ne de -zaten bireyler için çok da uzun olmayan- zamanı boşuna yitirme sorunu.
* * *
itaati, objektif akla yeğleyen mevki sahipleri, kalemleri de kırma vandalizmine düştüklerinde; daralan ufuklar, çalkantılara doğru itiyor toplumları, ne yapacaksınız?