567 sayfa kopartıp, tüm bunları birbirleriyle kıyı temasında bulunacak şekilde bir yüzeye yayın, ve bütün o alanın yüzölçümünü kaplayacak şekilde kusun! sonra gene kusun! ve gene!
alın size kinyas be kayra!!
tüm satırlar; hezeyana uğramış bir bilincin, kimliksizlik özleminin, kendi özüne dahi karşı olacak kadar yoğun bir anarşizmin ve med-cezirlere tabii bir ruhsal çalkanışın çaresiz dışavurumları! öyle ki 120 sayfalık son bölümde verilmeye çalışılan 'evet; gerçekten de insan toplumsal bir hayvandır (mı acaba?)' dersi dahi kurtaramıyor bu göreceli gerçeği.
tamam dediğini yaptık diyelim! sildik tüm vicdanımızı! sonra bir sevişip bir öldürmekle geçip gitmeye başladı günlerimiz! eee??? sonu ne bunun? çıktığımız nokta ne ki varacağımız bi nokta arayışındayız? nokta yok o halde öldür! öldür ki sen de ölebilesin! oh ne güzel iş!
edebiyat olsun, müzik olsun, sanatın diğer tüm dalları olsun, eğer temel amaçları hayatı estetize etmek ve belli bir oranda katı gerçekçilikten uzaklaşıp romantizm katmaksa eğer insanlığa, bu kitabın bu amacı hiçe saydığı ortada! Neticede türlü sebeplerden ötürü bunalan, isyana sevkolan, ruhu daralan hiç kimse, öfkesini bizatihi hayatın kendisinden çıkaramayacağına göre, gene bu öfkenin sebep olduğu zararın insanlardan çıkacağı aşikar! öldürerek, döverek, tecavüz ederek vb.. türlü şiddet içeren eylemlerle, olan gene insanın kendisine ve çevresine olacak! ve benim canımı sıkan en büyük noktada, kitabın son bölümü hariç(ki burada dahi örtülü yönlendirme var) daima bu biliçli tarafgirlik oldu.
kimbilir belki de yeniyetme çağında, ruhunda asosyallik taşıyan, ve bitabiii kendisinin farklı olduğu zannındaki güruha çok etkileyici gelmiş olabilir tüm bu satırlar; ama ben bu filmin her bakımdan çok daha başarılı bir versiyonunu zaten daha evvel görmüştüm! bir oğuz atay, bir bukowski bir trevanian bu konuda denilebilecek hemen herşeyi demişlerdi zaten! üstelik kusmaktan ziyade çağlayarak aktarmışlardı bunu halka! bugün bir kayra mı, hikmet benol mu? dense 2sini de okumuş kaç kişi acaba tercihini kayra'da yana kullanabilir ki? peki nicholai hel mi daha çekici geliyor yoksa kinyas mı?
velhasıl yiğidi öldürsek de hakkını yemeyelim! eğer etik kaygıları bir yana bırakarak sadece edebi bakımdan eleştirirsek, kesinlikle tatminkar bir kitap olduğunu söyleyebilirim; ki -değerlendirmede bunu gözönüne almak ne kadar doğru bilmiyorum fakat- gene de yazarın bunu yazdığa zamanki yaşı dahi kendisini içtenlikle tebrik etmeye yeter de artar bile.
bunun dışında maalesef bu tür kurgularda genellikle rastlanan en büyük problem olan 'farklı isimlerdeki karakterlerin(2 kahramanlı romanların başrol oyuncuları yani) benzeşmesi sorunu burada da karşıma çıktı. Gerçi belirtmek gerekir ki kesinlikle bir tutunamayanlardaki kadar rahatsız edici bir benzeşme değil bu. Sadece bu ayrımı belirginleştirebilmek için oluşturulan, Kinyas'ın tolgalığa geçiş süreci, biraz daha inandırıcı olabilirdi diye düşünüyorum.
aforizmalar ve alternatif bakış açıları bakımından kesinlikle çok zengin bir kitap olmakla beraber gene dediğim gibi burada etik kaygılardan bağımsız düşünmek gelmiyor içimden.
son olaraksa kitabın en, en büyük eksiği; ironi eksikliği! insan ruhunu böylesi bir çıkmaza, arayışa yönlendiren en önemli unsur zekaysa eğer, zekanın da en büyük tezahürü daima ironik kabiliyettir. Ne yazık ki ne kinyas da ne de kayra da böyle bir özelliğin gelişmiş olmaması çok çok büyük bir eksiklik. Tam bu noktada, içimden madem intihar etmeyeceğiz o halde içelim!! demek geliyor! (bkz: bir düğün gecesi)
velhasıl yeniyetme çağında kesinlikle okunmaması, yaş kemale erinceyse(!) kaçırılmaması gerekli bir kitap diyerek sonlandıralım bu gereksiz eleştiri yazısını!