en olmadık yerlerde karşıma çıkışların şaşırtmasa da beni, sulandırıyor kıyısından köşesinden aşka yelken açmaya çalışan buğulu gözlerimi. geçen gün, kendimden başka kimse yokken senin kokun iştirak etti yalnızlık soframa. mor hırkam vardı yine üzerimde, en son iki yıl önce giydiğim, uzun sarılışının ardından kokunu yadigâr bıraktığın... burnuma gelen o koku, Ankara rüzgârını estirdi bir anda sakin odada. Saçımı başımı dağıtmakla yetinmedi, bir anda darmadağın etti benliğimi, saldı beni eski sevdalı günlere. direnemdim güzelliğine o soluk renki günlerin, aklıma geldi beni öptüğün o kısacık zaman dilimi. sen öperken yanağımı usulca, yeryüzündeki tüm maddi değerler kayboldu bir anda, yanağımdaki sıcaklığından gayrı. sonra izi kaldı o öpüşün, gülemiyor senden sonra yüzümün o kısmı. Başka dudakları hep reddedecek, hep!.. Hiç biri sen değil ki.. Hiçbiri sen olamaz ki.. Ve tuttuğum yas şerefine bir damla gözyaşı süzüldü yanaklarımdan dudaklarıma, süzülürken öptü beni, sen gibi... O an bir daha esti Ankara rüzgârı, ve sonra o cam açılmamak üzere kapatıldı, bir başka hikâyenin bir başka silik adamı tarafından.