sözlük yazarlarının aşk hikayeleri

entry292 galeri video4
    184.
  1. Şimdi 25 yaşındayım. Okul, askerlik, iş derken zaman; her günü birbirine eşit olmasına rağmen, çamaşır makinasının dönüşünü izleyen kedi gibi beni hipnoz ederek ben farkında olmadan geçip gitmişti.
    Derin bir nefes, ilkbahar. En sevdiğim mevsim. Her zaman böyle oldum zaten. Hiçbir zaman aşırıyı sevemedim. Dengeli olan; biraz ondan biraz bundan olanı sahiplendim hep. ilkbaharı bu yüzden seviyorum. Kilo mu aldım ? Ellerim cebimde sıkışıyor. Elim cebimde normal yürümekte biraz zor oluyor. Bu yüzden yavaş yürüyorum. Yoldaki çakıl taşları, ayağımla sağa sola savurduğum düşünce yoldaşlarım. Yolar asfalt. Belediye çalışıyor arkadaş. Yeri eşelerken uzun saçlarım önüme düşüyor. ilerini pek göremiyorum. Ama hissedebiliyorum.
    Kafamı kaldırdığımda olduğu yerde sekerek koşmaya ısınan Onu görüyorum. Aramızda 5 metre var. Arkası dönük bana. Bu yüzden karanlıktayım sanırım. O ceylan gibi yerinde sekip, arada esnerken burada ne işim olduğu aklıma geliyor. Üzerimdeki eşofmandan belli değil mi? “Spor(!)” yapıyoruz.
    Onunla tanıştığımdan beri hayatım, türlü den çilekli turtaya dönüş yapmış gibi. Darmaduman hayatımı çekip düzeltmekten zevk alıyor sanırım. Bu kadar korkarken ben, ne zaman aşka göğüs gerecek kadar cesur oldum? Sanırım o olmasaydı, ben yarımdım.
    Bana doğru yaklaşıyor. Geldiği her metre de, etrafımdaki siyah beyaz film renkleniyor. Neşe katsayım onun adımları ile artıyor. Sağırlığım, onun fısıltısı ile buzlarını çözüyor: “ilk varan kazanır.” Bu ses gerçek mi diye düşünürken o çoktan koşmaya başlamış bile. Arkadan onu izlemek yerine koşmanın daha iyi bir fikir olduğunu anlamam 10 saniyemi alıyor.
    Ona söylemem gereken bir şey var ama bağırmayı hiç sevmem. Kaçan şeyleri kovalamayı sevmem. Otobüs kaçırdığım zaman arkasından koşmam. Fakat, sanki bu kadın beni ip ile kendisine çekiyor. Onun arkasından koşmak, iyi bir iş yapıyor hissi veriyor. Her adımım bir kitabın sayfası gibi. Tam okumayı bitirip kitabı kenara koyacakken, bir sayfa daha. Tam duracakken bir adım daha. Kitap nerede bitecek acaba?
    Tanrım, Onun bu kadar hızlı koşabildiğini bilmiyordum. O hayatın her alanında mükemmeldi zaten. Kilolarımın sebebi, onun sihirli parmakları. Kesin, ona yetişememem için beni yılbaşı hindisi gibi yemekle doldurdu. Yoksa o biliyor mu?
    Her adımında o mu hızlanıyor, yoksa ben mi yavaşlıyorum. Koşu da iyi değilim zaten. işleri olduğu yerden halletmeyi seven birisiyim, üşengecim. Onunla fazladan vakit geçirmek olmasaydı ucunda, evde pinekliyor oluyordum. Aşk bir zehirdi ve bizler birbirimizin panzehiriydik.
    Koşarken aklını kurcalayan bir şey varsa, yorulduğunu hissetmiyorsun. Ayrıca acı halinde, sevdiğin kişiden gelen bir öpücük, direnme katsayını arttırıyormuş. Ferhat, Şirin için dağları delmiş; Mecnun, Leyla için çöllere düşmüş. Sanırım efsanesinin gerçek olduğu tek yer yine iki efsanenin arası, onunla benim aramdaki mesafe.
    Sonunda kitabın son cümlelerindeyim, ya da belki sadece önsözü okudum. Çıkmaz sokağa, farkında olmadan mı girdi acaba? Ama bunlardan önemlisi, neden benden kaçıyor. Nereye gidiyoruz, neden koşmak zorundayız? Bir şey konuşmak istediği zaman sadece böyle yapardı. Gereksiz detaylar yerine, anı yaşamak daha iyi sanırım.
    Çıkmaz sokağa girdikten sonra kırlangıç kuşu gibi, duvarın dibine süzüldü. Yüzü duvara dönük ama yere bakıyor. Adımlarım yavaşladı ama kalbim hala koşuyor. Duvara iyice sokulup duvara arkasını döndü ve sırasıyla önce sol ayak tabanını, sonra ellerinin içini, yavaşça sırtını ve en son başını duvara yasladı. Beni bekliyordu sanırım. 8-7-6… Ona yaklaştıkça koşmayı kesip adımlarımı titizlikle basmaya başladım. Mayın tarlasında yürür gibi dikkatli, ama lavların üzerinde yürür gibi hızlı adım atıyordum. 5-4-3… Hava estiği için yüzümde ter yok, ama donuma kadar ıslandığım aşikar. Terli terli rüzgar yiyorum, umarım hasta olurum da O bana çorba yapar. O benim için alternatif tıp.
    3-2-1…
    Tam karşısındayken, onun benden daha yorgun olduğunu fark ediyorum. Dalga dalga, nemli saçları yüzünden düşerek omuzlarına salınmış. Güneş ışığını yiyen saçları, sağa sola kıpraştıkça ay gibi sokağı aydınlatıyor. Yüzündeki her hat çok ciddi ama kendini ele veren gözleri var. Arada yere, bazen sağa sola bakıyor. Ağzı yarım açık, nefes nefese kalan beden için elinden geleni yapıyor. Ona bu gereksiz koşuşturma için kızmam gereksiz olurdu. Deliye, neden delisin denmeyeceği gibi, dengesize de böyle bir soru sorulmaz. Nefes alış sesini kaydedip, ninni diye satma fikri parıldıyor aklımda. Aşk çılgın bir bilim adamıydı, bizler de onun en gözde denekleri.
    Göğüs kafesini olabildiğince çok şişirip, patlayan bir balon gibi çok hızlı bir şekilde sindiriyor.
    Anlatması bu kadar süren olayı yaşamak senin için 3 saniye, benim için bir milenyum. Evet, hayat beklediğimizden de hızlı ve yine evet zamandan asla iyi bir dost olmaz.
    Eğer bu sahneyi bir filmde görseydim, güler geçerdim. Çünkü film sahnelerindeki klişelerin hepsi bu çıkmazda toplanmış gibi. Filmlerin esin kaynağı gibiyiz. O’nun beni aptal eden güzelliğini evler de fark etmiş sanırım; güneş sadece onun etrafına çiseliyor kendini. Çıkmaz sokağın tepesini kaplayan ev çatıları o kadar uzun ki, burayı kapalı bir kutu gibi gösteriyor. Klostrofobisi olan birisi burada yaşayamaz.
    Yavaşça yanına yaklaşıp, sol elimi duvara yasladım. Elim, Onun başının tam hizasında 15 cm solunda. Diğer elim duruşumu desteklemek için sırtımda. Yüz yüzeyiz. Nihayet gözlerini sağdan soldan alıp, gözlerime bakmaya teşrif etti. Çok umursamaz, çok soğuk bakışları hızla atan kalbimi dondurmaya yetti. Az önce bedenimi sallayan kalbimin pilini çıkardı. Kalbimi duyamıyorum. Kulaklarıma çıkan basıncı hissedebiliyorum, tek hissettiğim şey o. Uğultu artıyor, etrafın sesi kısılıyor. Korkuyorum, kötü bir şey mi diyecek. Ne kadar güvensen de, insan şüphe eden bir varlık nihayet. Aşk, her sonucu kabul etmeye cesaret edemeyen birisine göre değil. Aşk, korkanlara göre değil. Aşk bana göre değil, biliyorum. Aslında Aşk bir hastalık, bizler de kronik hastalarız.
    Onun karşısında ben, solunda duvara uzanan elim var. Kaçmak için sağ tarafa hamle yaptığında, sağ elimi önüne siper edip, isyanı bastırıyorum. Koluma çarpıp sekiyor geri, iki kolum birbirine paralel duvara uzanmış. Sağ kolumu iki eliyle de tutuyor, sıcaklık ellerinden kalbime akıyor. Aptal gibi sırıtıp, sarılmak istiyorum. Tüm sorunların bir sarılma ile bitmesini istiyorum. Her zaman, her olayda bir şaka payı arıyorum.
    iki eliyle kolumu sıkıp koluma sarılıyor. Gülümsemeye başlıyor. “Hile yaptın, daha varmamıştık.” Yüzümde yine aptal bir gülümseme. Bu kadın beni kandırmayı çok seviyor sanırım. Yine yaptı.
    Sağ koluma sarılan Sevgilimi kendime çekip, arkasından ona sarılıyorum. Koşmaktan dağılmış saçları ağzıma kaçıyor.
    “Tü tü tü…”
    “Pislik yaaaa yapmaaaa”
    Kalbimi duyabiliyorum artık. Kulaklarımdaki uğultu, onun tatlı sesiyle bastırıldı. O beni bir kez daha kurtardı.
    Ellerimin içindeki elleri, hayatımın boşluğunu dolduran parça. Kendime hediye olarak, boynundan bir öpücük alıyorum.
    Duymak istediğim tek koku, onun kokusu.
    Duymak istediğim tek ses, onun sesi.
    Görmek istediğim tek şey, o.
    insanın mutluluğu tek kişiye bağlaması çok yanlış.
    Olmayacak şeyler duyuyorsun, bulunduğun yerin bir önemi yok, her yer onun yanı. Tozlu plak son kez bizim için çalıyor, sadece ikimizin duyacağı şekilde. Yavaşça sağa sola sallanıyoruz. Onun hayali eteği, yerdeki tozu toprağı süpürüyor. Siyah beyaz küçük dünyamın renk kartuşu kollarımın arasında duruyor. Çilek kırmızısı kulaklarına eğilip ismini söylüyorum “*****”. Acaba çilek kulaklarının tadına baksam, bana kızar mıydı?
    Sarılmayı bırakıp karşısına geçiyorum. Yüzünde hala gülümseme var. Sürekli gülüyor, onu sevmemin bin bir nedeninden birisi. Cebimdeki şişkinlikten kurtulma zamanı, biraz gecikmeli olarak geldi sanırım. Zaten hayatta planladığım şeyler hiçbir zaman plana sadık kalmadı. Bu da Tanrının bana çeşitli armağanlarından birisi.
    Cebimde daha fazla durmak istemeyen kırmızı küçük kutuyu çıkartıyorum. Alırken beğenmediğim bu halkayı, onun elinde muhteşem duracağını bildiğim için aldım. Onda her şey güzel.
    7 yılımı ona armağan ettim, ömrümün geri kalanına da armağan etmek istediğimi temsil eden şeyi, bu halkayı onun huzuruna sunuyorum.
    Yüzündeki gülümseme yerini, içindekileri dökemeyen şaşkın bir ağza ve dopdolu gözlere bırakıyor. istiridyede inci bulmuş deniz kızı kadar sevinçli. Sihirli sözler ile halkayı ona uzatıyorum: Abra Kadabra!
    Ellerini ağzına götürüyor. Meleğim kanatları ile teklifimi onaylıyor. Biraz ani mi oldu acaba? Ama onun için her şey ani sorun yok. Sol elini uzatıyor, alıp yavaşça halkayı itiyorum. Parmağından geçerken her santim de halka, yüzün olmaya biraz daha yaklaşıyor.
    Yüzün eline oturunca, eline bir öpücük konduruyorum. Daha başımı kaldırmadan direk boynuma sarılıyor. O kadar sıkı sarıldı ki, bir an beni sarılarak öldürüp yüzüğü alıp kaçacak diye düşündüm. Gözleri omzumu ıslatıyor. Güneş üzerime vursa, omzumda bir gökkuşağı çıkabilir. Ağlayarak bir şeyler söylüyor ama anlayamıyorum. Çok çalışıyorum ama ilahi dilleri öğrenmek için biraz daha zamana ihtiyacım var.
    Şimdi 25 yaşındayım. Düğün masrafları başımı ağrıtacak ama işten eve gelince onu görme düşüncesi, doğru yolda olduğumu tasdik ediyor. Aşk korku filmindeki perili evdi, bizler de birer meraklı genç. Eve sapsağlam gireriz fakat, yara almadan çıkamayız. Belki hiç çıkamayız. Belki çıkmayız *
    4 ...