yaşamak için kapitalizme ihtiyaç duyan paradoksal sol siyasî görüş.
tarım toplumundan sanayi toplumuna geçen dünya ''bilim, aydınlanma, üretim, refah, zenginlik, özgürlük'' nidalarıyla gaza gelip yönetici elitleri yerinden etti ve zenginliği ele geçiren burjuvaziye yetkileri devretti. bunlar da kendi çıkarlarına göre bir iktisat modeli dizayn ettiler. adına da 'kapitalizm' dediler...
kapitalizm, eğitime önem verdi; zira fabrikada çalıştırmak için eğitimli kitleye ihtiyaç duyuyordu. köleliği bu yüzden kaldırdılar, hümanist olduklarından değil. bir şey bilmeyen köleler fabrikalarda çalışacak kapasiteye sahip değildi. ilk başta denendi bu usul, çocuklarla vesaire... ama tepki ve verimlilik problemi ortaya çıkınca vazgeçildi. bu temel eğitimi alan kitle, fabrikalarda çok zor şartlar altında çalıştırılmaya başlandı. ardından gelenler bu sefaleti gördüler ve birçok sol fraksiyon oluşturdular. ütopyacılar, fabiancılar, devrimciler (komünistler) vesaire... kapitalizm bunlara bakarak kendi sistemini devam ettirmeye çalışıyordu. ard arda yasalar çıktı, çalışma şartları düzeltilmeye başlandı; tatiller, avanslar, grev hakkı, toplu sözleşmeler havada uçuştu. fakirlik yardımları, çocuk ödenekleri gibi refah devleti uygulamaları coştukça coştu.
dolayısıyla, batıda bir türlü sosyalist bir hükümet oluşamadı. sosyalizm, sınıfsız bir komünist topluma ulaşmayı hedefleyen bir geçiş devri olduğu için, evvela sosyalist bir devlet kurmak gerekiyordu. ardından proleterya diktatörlüğü olacak ve kitle olgunlaştığında ve dinden, mülkiyetten eser kalmadığında, bu diktatörlük sönümlenerek, tam eşit ve tam özgür bir toplum oluşacaktı. fakat komünistlerin yanıldıklarını anlamaları uzun sürmedi...
zira dünyanın şu ahvalinde, bir türlü devrim olmuyor ve kapitalizm yıkılmıyordu. bunun nedenlerini anlamak için gramschi'den lukacsz'a kadar onlarca marksist kuramcı teoriler geliştirerek marksizmi yenilemeye giriştiler. batıda devrim olmaya dursun, rusya'da patlak veren kriz dönemi, sosyalistlere bekledikleri fırsatı verdi. bir ihtilal yaparak kendi düzenlerini inşa etmeye başladılar. rusya bir tarım toplumuydu ve sanayileşirken bir sıkıntı yaşadı. buradan faydalananlar da ihtilalciler oldu. lakin burada şöyle bir problem vardı: kapitalizm olmadan sosyalizm nasıl inşa edilecekti ki?
evet, sosyalizmi yaymak bir ideal olduğundan ve karşıda da kapitalist batı bloku bulunduğundan, sovyetler kapitalizmden devlet bazında faydalanmak zorunda kaldılar. ''devlet kapitalizmi'' kurarak, artı değer parasını işçiye emekçiye değil, devletin kasasına cukka ettiler. yaşanan diktatörlük de o denli şiddetli oldu ki, sovyetlerin nasıl sosyalizmi yok edip komünizme geçeceği o günden bugüne dek bir muamma olarak kaldı. sosyalizm kapitalizme karşıt olarak doğmuştu ve komünizme ulaşmak için gerekliydi. ama sosyalizmi de kapitalizm olmadan kuramıyordunuz. tarım toplumuna dönseniz, feodal bir rejim kurmak zorunda kalacaktınız, bu da münkünâtsız idi. batıda da bir devrim olmuyordu, zira batılılar sosyal demokrat uygulamalarla toplumlarının refah düzeyini arttırarak devrime ilgi duymalarını önlüyorlardı. fakir ülkelere yayılan sosyalizm de bir faide vermiyordu, zira zaten kaynak/zenginlik çok azdı ve bunların ortaklaşa dağıtımı da ''fakirlikte eşitlik''ten başka bir şey yaratmıyordu.
yani; sosyalistler ne karşıt oldukları kapitalizmden vazgeçebiliyor, ne komünist ideale ulaşabiliyor, ne de geriye tarım toplumuna dönebiliyordu.
mecburen, yukarıda ''Devlet kapitalizmi'' olarak anlattığım gibi, ''devletçilik'' diye bir şey uydurmak zorunda kaldılar. devletçilik de, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçen ülkelerdeki yerleşik elitlerin, 'tamam sanayiyi kuralım ama ben gücümü devretmeyeyim, güç yine devlette (dolayısıyla onu yöneten bende) olsun!' demesinin ideolojik pompasıdır. devletçiliğin kemalizmde ifadesini bulmasının sebebi de budur zaten.
dolayısıyla, sosyalizmin kendini işletmek için savunduğu devletçilik; işbirlikçilik ve kapitalizm ile tamı tamına aynı şeydir.