ateistlik bir inanç mı

entry24 galeri
    23.
  1. ateizmin farklı farklı nedenleri vardır, onun için onu tek bir nedene bağlama çok yanlış olacaktır. 'ateizm bir inanç mı' sorusu aslında ateizmin nedenleriyle alakalı bir mevzudur. şimdi örneklerle ateizmin nedenlerine değinecek olursak:

    1)sosyo-ekonomik nedenler
    2)biyolojik nedenler
    3)din algılama biçimleri
    4)varlığın ilk nedeni
    5)felsefik nedenler
    6)varoluşsal nedenler
    7)hayat tarzı olarak ateizm

    sosyo-ekonomik nedenlerle, bireyler içinde bulundukları toplumun şartlarına göre ateizm düşüncesine kayabilir. örneğin bir ülkede 'azınlık' olarak yaşamak ve sürekli insan ihlallerine maruz kalmak zamanla tanrı'Ya 'isyan'ı doğurur ve insanlar ateist olurlar. buna felsefede 'kötülük problemi' denir. bu tür ateistler sürekli kötülüğe maruz kaldıkları için 'eğer tanrı varsa neden kötülük var' gibi bir soruyu kendi kendilerine sorarlar. ve yavaş yavaş ateist olurlar. bu tarz ateizme (ideoloji olarak da Marksist) kaymış, Filistinli bir gencin hikayesini anlatan Limon Ağacı romanı çarpıcı bir örnektir. uzun hapis hayatı nedeniyle artık Müslüman inancından kopmuştur.

    biyolojik nedenler, insanı diğer canlılardan farklı görmeyen ateisleri barındıran gruptur. yani insan biyolojik bir varlıktır, bu dünyaya gelir, yaşar ve biyolojik ömrünü tamamlayınca da ölür. bu 'sıradan' canlı olma durumunu tıpkı kuş, balık, ağaç... gibi bünyemizde barındırıyoruzdur. insanın hayatta oluşuna ayrıca bir 'anlam' yüklemek bunun 'felsefesini' yapmak gereksizdir. doğar büyür ve ölürüz. hayat bu kadar basittir... şeklinde düşünürler.

    dini algılama biçimleri insanları ateizme sürükleyen en önemli nedenlerden biridir. bunun en önemli kaynağı elbette elbette hıristiyanlıktır. batı dünyasında hıristiyanlığın Roma'da yayılmasından sonra eğitim kurumları da 'dini' bir hale bürünmüştü. hıristiyanlığı kabul eden roma kralının ilk yaptığı faaliyetlerden biri Platon'un yüzyıllardır bir gelenek olarak devam eden okulu 'akademia'yı kapattırdı. çünkü bu okul hıristiyanlara göre 'pagan inanışlarını' savunmaktaydı. hıristiyanlar güçlendikçe ve kiliseye bağlı eğitim kurumlarını ele geçirdikçe bütün 'evren', 'tabiat', 'insan' açıklamaları 'dini' bir kılıfa büründü. kilise babaları sadece kilisede günah çıkarmakla kalmıyor, 'bilimsel' kitap da yazıyordu. 'pagan' inanışlarıyla dolu olduğu için eski yunan kitapları yok edilmişti, fakat Müslümanlardan özellikle tercüme yoluyla bilgi zenginleştiriyorlardı. Batı'nın bize anlattığı gibi 'ortaçağ' aslında 'karanlık' değildi, tam tersi sürekli üniversitelerin açıldığı, yeni ekollerin kurulduğu, akılcı-deneyci tartışmalarının yapıldığı zengin bir kültürel ortam vardı. kilise -Müslümanlardan da etkilenerek- bilimsel tartışmalar yapmaya başladı. bazıları fikirlerinden dolayı 'sürüldü', dışlandı ve aforoz edildi. bilimsel tartışmalarda 'incil' e bilimsel bir kaynak gibi yaklaşmaları hıristiyan din adamlarının en büyük hatası oldu. aslında incil bir bilim kitabı değildi, bir 'ahlak' kitabıydı. fakat bunu bir türlü anlamadı ve zamanla kendisine karşı koyanlara 'şiddetli' bir biçimde yok etmeye çalıştı. fakat artık ipin ucu kaçmıştı. aslında kilise mensubu olan birçok din adamı yavaş yavaş 'bilimadamı' sınıfına kaymaya başladı. ve kilisenin yasaklarına rağmen yeni fikirler, buluşlar. görüşler el altında insanlara dağıtılarak bütün avrupaya yayıldı. bunun en çarpıcı örneğini Descartes'in ve volter'in hayatında görebiliriz. ve sonunda bilim zafer kazandı. artık kilisenin 'dini içerikli bilimsel iddiaların gerçek olmadığını' bulmuşlardı. kiliseye dolayısıyla 'dine' büyük bir güvensizlik ortaya çıktı. hemen arayışlara giriştiler. dinin yerine ne konulabilirdi? hümanizm ilk elden seçenekti, romantizm, rasyonalizm, nihilizm, pozitivizm... hepsi denendi. 1900'lü yıllara gelindiğinde insanlar artık dinden boşanmış fakat yerine yeni bir aday da bulamamışlardı. yanlızlığın acısıyla tekrar dine döndüler ve dinin 'elle tutulabilir taraflarını' almaya çalıştılar. köktendincilik bu şekilde doğdu. köktendinci hıristiyanlar, biz kilisenin dini anlayışına karşıyız aslında dinin 'kökünde' böyle bişi yok, gerçek kaynaklara indiğimizde dinin çok güzel taraflarını görebiliriz dediler. fakat başka bir grup inatla ve geçmişin acısıyla dinden uzak kalmayı tercih etti. ve zamanla bu düşünceler bütün dünyaya yayıldı. islam da aynı şekilde yorumlandı ve eleştirildi. tasavvuf ve tarikatların etkisinde olan islam dini bu direnmelere çok da güçlü bir şekilde karşı koyamadı. ve ateizm islam dünyasında da yayıldı. bunun en çarpıcı örneklerinden biri nazım Hikmet'tir. nazım hikmet gençliğinde Mevlana'yı övücü bir şiir yazmıştır. çünkü geçmişinde dedeleri Mevlevi tarikatına mensuptu ve Mevlevi kültürü almıştı. fakat Mevlevilik Batı'dan gelen rasyonel düşünceye karşı koyacak argümanları geliştirmekte çok yetersizdi. çünkü içeriği 'edebiyat'tan ibaretti.

    Batı'da dine artık şüpheyle bakılmaya başlanınca 'dinin nerden geldiği' ile ilgili batılı araştırmacılar çalışmalar yaptılar. o eşsiz batılı merak ile dünyanın heryerine yayılıp ilkel kabileleri, toplumları, medeniyetleri mercek altına aldılar. ve dinin kökeninin ilkel nedenler olduğu sonucuna vardılar. mesela şöyle diyorlardı, şimşek çakınca insanlar bundan korkmuş ve şimşek tanrısı edinmişlerdir veya yıldızlar insanlarda hayranlık uyandırmıştır.... vb. yani dinin 'doğal' ve 'tecrübi' kaynakları olduğunu ve insan bu korkularını 'bilim' yoluyla yenerse din ve dini duygular da zamanla yok olacağını iddia ettiler. bu görüşe sahip olanlar özellikle de pozitivistçiler olmuştu. din insanın korkularının yarattığı bir şeydir diye düşünür bu ateist görüşe sahip olanlar...

    varlık ve varlığın ilk nedeni felsefe'nin temel sorularından birini oluşturur. ilkçağ filozofları buna arche (varlığın ilk nedeni) derler. varlığın ilk nedenine, su, hava, ateş, toprak, ruh, sayı...diyenler olmuştur. fakat bütün felsefesini bu varlığın ilk nedeni üzerine kuran ve varlığın tek nedeni olarak 'madde'yi açıklayan yunan filozofu demokritos olmuştur. bu nedenle 'ilk ateist filozof' olarak bilinir. daha önceki filozoflar varlığı açıklarken 'aşkın', 'duyular üstü' bir varlığın olabileceği ihtimali üzerinde dururken demokritos bu ihtimalin olmadığın kesin bir dille söylemiştir. madde ve görünen alem 'gerçek' olan diye düşünür bu ateistler. özellikle Marksist/Leninist düşünce bu tarz fikri benimser.

    ünlü islam doktoru Zekeriya el Razi'ye göre bu dünyada ahlaklı olmak ve dürüst yaşamak için dine, peygambere ve tanrıya ihtiyaç yoktur. insan 'aklı' ile doğru yolu bulur diye düşünür. biz bunlara 'rasyonalist' diyoruz. Batı'da bu akılcı filozoflardan çokça bulunmaktadır. mesela bu işi sistematik hale getiren 'ahlak' ve 'akıl' temelli bir felsefe sistemi kuran en büyük filozoflardan biri Kant'tır. kant tamamen tanrıyı inkar etmez. bu özelliğiyle deisttir. fakat açıkça ifade etmese bile hıristiyanlığı cephe almıştır.

    insanın bu dünyaya gelmesinin bir amacı vardır. insan içindeki 'varoluşsal' değeri ortaya koymak ister. psikolojide bu kılıf değiştirerek 'kendini gerçekleştirme' olmuştur. insan öz benliğini bulmak ve kendi kaderini çizmek durumundadır. insanın kendi benliğini bulması 'özgür' olmasına bağlıdır. gerçekten özgür olan bireyler varolabilir, kendini gerçekleştirebilir. insanın özgür olması içinde 'insanı belirleyen', 'kurallar koyan', 'onu sürekli izleyen' bir tanrı olmamalıdır. Tanrı'nın olması demek bir anlamda insanın özgür olmaması demektir. falan filan... varoluşçu felsefeye mensup olanlar böyle düşünmektedir efenim. varoluşçu ateistler yani.

    çocukluğundan itibaren, yaşayış tarzı, eğitim, çevre ve okulda herhangi bir 'dini' eğitim almamış bu nedenle de dinin hayatında herhangi bir değeri olmayan, sorgulama gereği duymayan, hayatının her hangi bir kararına etki etmeyen kişi 'hayat tarzının bir gereği olarak' ateisttir. tüm yaşamı bu şekilde geçer. mesela 'tanrının varolup olmadığını' sürekli sorgulayan, kafasında kurgulayan, ihtimaller üzerine düşünen, araştıran, okuyan bir ateist'in değeri buna göre daha fazladır diye düşünülür. çünkü bu kişi bir anlamda 'negatif iman sahibi'dir. yani bir şeyin varlığını önce kabul edersiniz ki ona göre yokluğunu ispat edebilin. yani her Tanrı'nın olmadığını ispat etmek aslında onu varsaymaktır. fakat yaşayış olarak ateist olan kimsenin zihninde tanrı herhangi bir yer işgal etmeyeceği için negatif iman sahibi denilemez. tam tamına ateisttir.

    şimdi bu düşüncelere karşı dini savunan filozoflar çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. bunlardan birkaçına değinecek olursak:

    teleolojik delil: varlığın temelinin madde olduğunu söyleyenlere karşı geliştirilmiştir. her ne kadar varlığın temeli madde olsa da madde yokluğa doğru hızla gitmektedir. aynı nehirde iki kere yıkanamazsınız. herşey değişir, eskir, yok olur. bilimadamları evreninde bir gün yok olacağını ispat etmişlerdir. bütün alem yok olacağına göre elbette bunu yaratan ve yok olmayan bir yaratıcı olmalıdır.

    rasyonel deliller: Descartes'in Tanrı'nın varlığını ispat için söylediği delillerdir. benim zihnimde mükemmellik düşüncesi var. bu mükemmellik düşüncesi evrendeki hiçbir maddi şeyle örtüşemez. mükemmelliğe en çok layık olan şey Tanrı'dır. tanrı insanı yarattıktan sonra, nasıl her malın üzerinde bir etiket varsa, insanın kalbine de kendi mührünü basmıştır. biz onun varlığını hissederiz, der.

    ontolojik delil, sebepler silsilesinde geriye doğru gittiğimizde 'ilk sebeb' e ulaşırız. bütün varlıklar bir sebebe dayandığına göre ilk sebebin hiçbir sebebi olmamalı ki varlıkları yaratabilsin. Aristo buna 'ilk akıl' veya 'ilk hareket ettirici' der. evreni hareket geçiren bir hareket ettirici olmalıdır... diye düşünür. çünkü varlığın özü 'hareket' etmektir. tüm cisimler , biz göremesek bile hareket halindedir....

    işte bu bilgilerden yola çıkarak ateizmin bir inançtan ziyade 'bir bakış açısı' olduğunu söylemek doğru olacaktır.

    oooo, hızımı alamamışım....buraya kadar sabırla okuduysanız teşekkürler. *
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük