Serkan Adem Aydoğdu, yedeksubay olarak Hakkari Yüksekova'ya gönderildiği 1997 yılında, gencecik bir avukattı. Askerlik sonrası hayalleri vardı.
Hain bir bölücünün Kanas suikast silahı ile attığı, omuriliğine saplanan mermi onun tüm hayallerini bir anda sildi
Ömür boyu hiç yürüyemeyecek
Hakkari dağlarında hain düşmanın attığı tek kurşunla yaralanıp felç olan 26 yaşındaki Serkan Adem Erdoğdu, hem mesleği olan avukatlığa hem de ayaklarına veda etmek zorunda kaldı
Serkan'ın en büyük destekçisi öğretmen emeklisi annesi Naciye Hanım, onun her an yanında.
Serkan Adem Aydoğdu yedeksubay olarak Hakkari Yüksekova'ya gönderildiği 1997 yılında, gencecik bir avukattı. 26 yaşındaydı, hukuk fakültesini ve iki yıllık avukatlık stajını bitirmiş, büro açmadan önce "aradan çıksın" diyerek askerlik için müracaat etmişti. Isparta Eğirdir Dağ Komando Okulu'ndaki eğitimin ardından 1997 Nisan'ında Hakkari'ye gitti. Yüksekova'da Kanas adındaki suikast silahından çıkan tek bir kurşunla tekerlekli sandalyeye bağlandı.
Bürosunu hiç açamayan, tekerlekli sandalye basketbolu ile günlerini doldurmaya çalışan Serkan da en az diğer gazi arkadaşları kadar dertli:
"Bir anma töreni olur hayatında görmediğin görmeyeceğin bir sürü insan gelir 'Sizlerle gurur duyuyoruz' der. Elini sıkar, pohpohlar, sonra da unutur gider. Oysa ne bir eksik ne bir fazla, sadece birey gibi saygı görmeyi istiyoruz. En basitinden devlet dairelerinin engelli girişleri yok. Mesleğimi yapamıyor, eğitimli bir işsiz olarak bekliyorum."
Soğuk ve sessizdi
1997 19 Temmuz gecesi. Yüksekova'nın kırsalı ikiyaka'da saat gecenin 03.00'ü. Aylardan Temmuz ama deniz seviyesinden 3 bin metre yüksekte buzul gölleri ile kaplı ikiyaka'da geceleri parkasız yatılmıyor.
O gece Serkan timinin başında operasyondan dönüyordu. Bütün gece uzaktan gelen çatışma sesleri eşliğinde yürürken birden haber geldi: "Görüntü alındı, dikkatli olun" diyordu telsizdeki ses. O anda bulabildikleri ot, kaya ne varsa arkasına saklandılar. Serkan da timinden 5-6 askerle birlikte mevziye yattı.
Tek kurşun yetti
Saklandıkları yerde yarım saat kadar beklediler.
Daha sonra telsizle ikinci bir haber geldi. Hareket emri alan Serkan asteğmen askerlerine yavaşça kalkmalarını söyledi.
Oysa bir PKK'lı çoktan gözüne kestirmişti elinde telsiz taşıyan Serkan asteğmeni. Doğrulmasına fırsat vermeden tetiğine bastı Kanas'ın. Uzun menzilli suikast silahından çıkan tek kurşun gecenin o karanlığında tam da belinden vurdu Serkan'ı. Kurşun omiriliğine isabet etmiş ve felç olmasına yol açmıştı.
Acıyı hissetmedim
Serkan, tam 8 yıl sonra o anı şöyle anlatıyor: "Vurulduktan hemen sonra belimde küçük bir iğne içerden sokuluyormuş gibi bir his duydum. Kurşun sinirlere geldiği için acıyı çok fazla hissetmedim. Filmlerde kurşunlanan kişiler yalpalar, kıvranır falan ya. Bende hiç olmadı öyle bir şey. O anda felç olmuşum. Acı çekmedim ama keşke o acıları çekseydim de bu olmasaydı..."
"Komutanım ayaklarınız düz"
Yerde ne kadar yattığını hatırlamıyor Serkan. Yalnızca kurşun yağmuru altında zamanın geçmek bilmediğini söylüyor:
"Başıma gelenleri anlamlandırmaya çalışıyordum. Vurulduğum anda dizlerim büküktü. Vurulduktan sonra da hala dizlerim bükük zannediyorum. Taciz ateşi devam ederken dizlerimi düzeltmeliyim, bir de dizimden vurulacağım diye düşündüm ama bir türlü dizlerimi düzeltemiyordum. Daha doğrusu o şokla bana öyle geliyormuş. Yanımdaki askere rica ettim. 'Ayaklarımı düzelt, bak kurşun gelecek' dedim. O da bana 'Komutanım ayaklarınız zaten düz' dedi. O zaman anladım ayaklarımı hissedemediğimi..."
Helikopter geldi
Nihayet taciz ateşi sona ermiş ortalık sakinleşmişti. Hakkari'nin dağları şafaktan önceki alacakaranlığı yaşıyordu. Askerler kurşun yarası almış Serkan asteğmenlerini kucaklarında daha güvenli bir yere, bir tepenin arkasına götürdüler.
Telsizle merkeze haber verildi 3 saatlik uzun bekleyişin sonunda, gelen helikopter Serkan asteğmeni alıp Hakkari Devlet Hastanesi'ne götürdü. Hemen ameliyata alındı. Kurşun sol böbreği de parçalamıştı. Çaresiz böbreği de aldılar. Diğer iç organlarda da ufak çaplı hasar vardı ama asıl hasar omurilikteydi. Kemikte kırılma olmamasına rağmen çarpmanın şiddeti felç olmasına yetmişti.
Tekerlekle sandalye
Ertesi gün Serkan'ı GATA'ya sevk ettiler. Kurşun orada çıkarılacaktı. Uzun ve zorlu bir ameliyatın ardından 28 gün yoğun bakımda kaldı.
Yoğun bakımda kaldığı sürece aklında tek bir soru vardı: "Tekrar yürüyebilecek miyim?" Ayaklarını hissedemiyor, çabalasa da oynatamıyordu. Doktorlara durmadan aynı soruyu soruyordu. "Henüz belli olmaz. Bir müddet daha bekleyeceksiniz" gibi yanıtlar belirsizliği daha da büyütüyordu.
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Kliniği'nde kaldığı bir ayın ortalarında yürüyemeyeceği fikri kafasında netleşmeye başlamıştı:
"Kimi hastaların egzersizlerle ilerleme kaydettiğini görüyordum. Ben de mücadele ediyordum ama bir gelişme olmuyordu. Artık yapamayacağım bir şey için daha fazla ümitlenmek istemedim..."
Ve bir gün tüm cesaretini toplayıp klinik şefine sordu durumunu. Doktor, bu metanetli görünen gencin ısrarları karşısında dayanamadı. Gerçeği bilmek hakkıydı nihayetinde. Ve ağzından şu cümleler döküldü: "Hiç yürümeyecek dediğimiz vakalar yürüyüp gittiler ama senin yürümen artık bir mucize olur. Tekerlekli sandalye bundan sonra senin en iyi dostun. Bu şekilde yaşamaya alış..."
Demesi kolay
Oysa doktorun sözleri karşısında beklemediği kadar üzülmüştü Serkan, kendine bile itiraf edemese de bir umut vardı içinde. Kalan son umudun da yitip gittiği o anı şöyle anlatıyor:
"Bir anda aptallaştım. Bütün gelecekle ilgili planlarım, hayallerim her şey alt üst olmuştu. Sıfır noktasındaydım. Her şeyi yeniden organize etmek, her şeye yeniden başlamak zorunda hissettim..."
Vurulduğu gün Serkan asteğmene, "Ailene haber verelim mi diye sordularsa da istemedi. Annesi ve erkek kardeşine kara haber GATA'dan verildi. Herkes çok üzgündü ama kimse Serkan'ın yanında ağlayıp sızlamadı. Gizli bir anlaşma yapılmış gibi bütün aile sakin görünüyor, acısını sessizce içinde büyütüyordu.
Kafasında yaşadı
Serkan için rapor hazırlanması bir yılı buldu. Bu süre içinde 6 ay hava değişimi için izmir'e ailesinin yanına gelen Serkan için depresyon kaçınılmaz oldu.
Kafası sürekli vurulduğu o kısacık an ile meşguldü:
"Birbirine bağlı olaylar bir zincir oluşturuyordu. Ve halkalardan herhangi birini kesebilseydim sonuç bu olmayacaktı. Mesela orada bir kaç santim önde veya arkada olsam kurşun vücudumun başka bir yerine gelecekti. Neden ben, neden sakatlık? Aslında bunların hiç birini değiştirme şansım yoktu. Ama ilk zamanlar 'olan oldu' diyemiyorsunuz. Kabullenme aşamasıydı. O an en kötüsü oymuş gibi geliyor. Oysa boynundan aşağısı tutmayan insanlar var. Ömürlerinin sonuna kadar yemeklerini başkaları yediriyor. 'Ben daha iyiyim, buna da şükür' diyemiyor insan. Şimdi böyle düşünüyorum ama, bu da başa çıkmanın yollarından biri mi, yoksa gerçek mi? o tartışılır..."
Büro açamıyor
Tekerlekli sandalye ile yaşamak zorunda kalan Serkan eğer başına bunlar gelmeseydi askerlik dönüşü kendi bürosunu açacaktı. Ancak şu anda fiziksel koşullar yüzünden mesleği olan avukatlığı da yapamıyor.
"Bu halimle hangi devlet dairesine girebilirim?
Ulaşım ayrı sorun. Kendi arabamla gitsem müvekkilime yazacağım masraf faturası dünyanın parası tutacak. o da çok mantıksız. Büyük bir azim abidesi olmak, hırs yapmak lazım. Sırf avukatlık yapacağım diye kendimi 5 kat sırtta taşıtamam.
Serkan'a son darbe de Emekli Sandığı Kanunu'nda yapılan değişiklikle gelmiş:
"AKP iktidarı Emekli Sandığı kanununda bir değişiklik yaptı. Devlet memuru olarak çalışırsak gazilik maaşımız kesiliyor. Bu yüzden sözleşmeli personel veya işçi kadrosunda çalışmamız gerekiyor. içişleri Bakanlığı'na başvurdum. Gelen cevap yazısında uygun bir kadro bulunmadığı ama istersem memur olabileceğim bildirildi..." 1997 yılında 26 milyar tazminat alan Serkan şu anda 1 milyar 200 milyon lira gazilik maaşı alıyor.
Geçmişi sorgulamıyorum
Gazi Serkan sorularımıza şu yanıtları veriyor.
- Geriye dönüp baktığında "Değer miydi?" dediğin oluyor mu, niçin vurulduğunu biliyor musun?
"Niçin vurulduğumu biliyorum ama artık politika yapmayı bıraktım. Geçmişi artık çok fazla sorgulamıyorum ama birey olarak elbette politik görüşüm var. Ben hiç bir devlet büyüğünün çocuğunun orada askerlik yaptığını görmedim ama vatanseverlik nutukları atmak da onlardan kimseye düşmüyor. Kim söylemiş bilmiyorum ama 'Vatanseverlik, cepheye olan mesafe ile doğru orantılıdır' diye bir söz var. Ne kadar yakınsan o kadar vatanseversin yani. Bir sürü insan öldü. içimden gelmiyor yani boşu boşunaydı demek. Ama her şey çok daha farklı olabilirdi."
- Bugün gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsun?
"Takke düştü kel göründü diyeyim. Özgürlük, demokrasi vesaire... Tabii ki bu ülkede yaşayan her vatandaşın Türk, Kürt, Ermeni, Rum kendilerini -isterse ana dilinde- özgürce ifade etme hakkı var. Buna karşı çıkmak zaten insan haklarına karşı çıkmak demek.
Ama bir yandan 'Biz özgürlük, demokrasi, eşit haklar istiyoruz' deyip, sonra da bunun sembolü ve mimari olarak Abdullah Öcalan'ın posterini elde tutmanın hiç bir mantığı yok. Yani orada o insanlara sormak lazım. Özgürlük Abdullah Öcalan'la gelecekse geldi işte 1985'ten beri özgürsünüz. Birtakım şeyleri Türk devleti kabul etti, siz de değiştirin. Bundan 15 sene önce Kürt diye bir millet yoktur deniyordu. Resmi söylem buydu. Şimdi Kürtçe televizyon yayını var. Geldiğimiz yere bakmak lazım. Ben hiç bir zaman devrime inanmam. Evrime inanırım. Olacaksa evrim olacak ve hep beraber evrileceğiz. Ama bunun kıblesi imralı değil. imralı'ya döndükçe bu sorun çözülmeyecek, sadece karşılıklı olarak milliyetçilik körüklenecek. Ne kadar çok milliyetçi olursak bu sorun o kadar geç bitecek.