dondurma

entry278 galeri
    152.
  1. bildiğin dondurma. hani şu yaladığın var ya aha o işte.

    liseye gittiğim bir zaman yaz tatilinde konya'da bir pastanede çalışıyordum. yaz olduğu içinde genelde dondurma satışının fazla olduğu bir yerdi. ilk başlarda arkada beni siki... yok yok sikmiyorlardı, arkada bana geçi... yok yok o da değil, bulaşık yıkatıyorlardı, bir süre sonra da limonata falan yapıyordum. tek öğrendiğim de o dur ha. başka bir sikim öğrenemedim orda. ne öğrenecem lan, pastacı mı olacam amına koyim. ama olsam iyiydi lan. iyi para var allahima, okuduk da ne sikim oldu.. neyse işte bir süre sonra birşey öğrenemeyince beni kovd... yok len kim ki onlar beni kovacak? ben istemeden kimse beni gönderemez tamam mı? bir süre sonra ön tarafa terfi ettim. dondurma dolaplarının ve külahta satışının yapıldığı yere. zordu ama daha eğlenceliydi. bir sürü güzel kız geliyordu dondurma almaya. pastanenin karşısında şehir stadı vardı ve içinde de bazı spor kompleksleri vardı. bu güzel kızlar da oraya tenis öğrenmeye gelen kızlardı. bir gün o'nu gördüm. buğday tenli, uzun saçları ve şu national geographic'teki afgan kızı gibi güzel gözleri olan tenis öğrenmeye gelen güzel kızı. genelde hafta sonları gelmekle beraber sıklıkla gelip dondurma alırdı bizden. yanında da hep arkadaşları olurdu ama benim gözüm o'ndan başkasını görmezdi. salak gibi gözlerinin içine bakardım, gençlik işte şimdi öyle bakamıyorum kızların gözlerine. arkadaşlarıyla sessiz sessiz birşeyler söyler sonra da kikir kikir gülerlerdi. muhtemelen "şu salağa bak nası bakıo öküz gibi" bir şeydi ama ben yine gülüyor diye mutlu oluyordum. yeni olduğumdan dondurma tezgahında ilk başlarda sadece izliyordum. sonradan ustam "gel lan ibne hep öle izlemekle olmaz, al şu kaşığı az ondan yuvarla, az da ondan ha işte bu kadarı onbin lira" dedi. o zamanın parasıyla en az onbin liralık veriyorduk. işi az çok öğrenmiştim, kaşıkla tam yuvarlıyamıyordum dondurmaları ama idare ederdi işte daha ne yapayım ben.

    yolun ta karşısından geçerlerken gördüm geliyordu. iki tane de arkadaşı vardı yanında. hoplaya hoplaya zıplaya zıplaya "ben çok güzel bir kızım" edasında tezgahıma yaklaştı. "meraba bize üç tane onbinliralık vanilyalı ve tane çikolatalı külahta dondurma" dedi arkadaşı. o çok konuşmuyordu, sesini çok az duymuştum. ama yine de görmem bile bütün vücudumun titremesine neden oluyordu. içimden sakin ol olum dedim ve külahları aldım. o en arkada duruyordu, ilk arkadaşlarına iki külahı sorunsuzca verdim. sıra o'na geldiğinde dondurma dolabının içine girmeyi düşündüm çünkü ateşimi sanırım sadece orası söndürebilirdi. çocukca bir düşünceyle o'na olan hislerimi dondurma aracılığıyla iletmeye karar verdim. düşünceme göre, onbin liralık istenen dondurmayı haddinden fazla olarak o'na takdim edersem hislerimin o büyük dondurma topları kadar büyük olduğunu sanırım anlayacaktı. normal gereken ölçülerin iki katı kadar fazlasını külahın üstüne doldurdum. o ve arkadaşlarının gözleri büyümüştü. ben de o güzel gözlerine bakarak son bir top daha aldım ve "bu da benden, güzel aşkımız için" dercesine son kez külahın üstüne yerleştirdim. itiraz etmeyerek aldı. kız işte sonuçta böyle şeylere bayılıyordu. hemen yakın mesafe içine girerek gülüştüler yeniden. benim gibi bir kekodan fazla dondurma aldığı için gerçekten mutluydu. her şey çok güzeldi, ben güzel gözlerinin bir gülümsemesini o da, fazladan dondurmasını almıştı. ama hayat her zaman güzel gitmiyor işte, tam karşıya geçtiklerinde fazla koyduğum ve bu sebeple de tam olarak külaha oturtamadığım dondurma asfalt yola yapıştı. o güzel yüzü önce hüzünlü sonra da nefret dolu bir hale büründü. muhtemelen bir defa anca yalayabilmişti. geri döndüler ve bana doğru sikicekmiş gibi baktılar. arkaya mı geçsem acaba dedim orası nasıl olsa müsait hem de alışkınım. öyle yapmadılar ama, sadece önümden geçerken sert bir bakış attılar ve yan pastaneden dondurma aldılar ve bir daha da asla bizim pastaneye uğramadılar. patron da beni bir süre sonra kovdu zaten.
    1 ...