taranta babu ya mektuplar

entry14 galeri
    8.
  1. Taranta Babu’ya altıncı mektup

    buranın yazarları üçe bölünmüş taranta - babu.
    bir çeşitleri var: yalnız iç gömleğine değil, ipekli bir mendile benzeyen yüreğinin kenarına da altı dişli taç işleten danunçio gibi; zıpır marinetti ve dinamitçi nobel’in ödülüyle duçe’nin yumruğundan başka her şeyden kuşkulanan pirandello gibi…
    bunlar faşist edebiyatının dahileri soyundan taranta - babu.
    bunlar allahlar gibi konuşur, anlaşılmayacak kadar karanlıklarla dolu, ulaşılamayacak kadar yüksek ve dibi bulunamayacak kadar derin yazarlar. fakat yine de bunların senin gibi karınla*rı ağrır. benim gibi karınları acıkır. yaşayışları, ya milanolu bir kumaş fabrikatörününki gibidir, ya geniş topraklar işleten bir prensinki gibidir.
    bunlar faşist edebiyatının dahileri soyundadırlar taranta - babu.
    ve bunlar, bizim oralardaki altın külçelerinin kara toprağın altından güneş parçalar gibi çıkar*tılıp banka komerçialenin çelik depolarına getirilmesi için savaşın dinamik bir güç; sapsarı bir çölde boynunun damarı kesilerek ölmenin italya’nın akdeniz suyu gibi masmavi göğünün altında ebediyen yaşamak demek olduğunu yazarlar, bunu edebiyatlaştırırlar.
    ben, üç nehirle ayrılmış üç toprak parçası gibi üçe bölünen italyan yazarlarının bu dahiler so*yuyla yalnız kitaplarının satırlarında konuştum. yüzlerini yalnız gazetelere basılan rötuşlu fo*toğraflarından tanırım.
    italyan yazarlar dünyasının ikinci çeşidine gelince, bunlardan bir ikisiyle karşılıklı oturup ko*nuşmuşumdur. ve benim bir afrika gecesinin ılıklığını taşıyan ellerim, onların, pırıltısı yaldızlı meryem ana resimleri önüne dikilen ince mumlar gibi sarı ve soğuk parmaklarına dokundu. hele içlerinde bir tanesi vardı ki taranta - babu, gözleri, bir yaz günü güneşin ışığına ve sıcak*lığına dayanamayıp kuduran, kudurduktan sonra da sıra dağlardaki küçük mağaranın ıslak karanlığında ölen köpeğin gözlerine benzerdi.
    bu bir şairdi, bir romancıydı, bir düşünürdü, taranta - babu. fakat her şeyden önce, zavallı bir kokainmandı. onunla arkadaşlarına yarı lokanta ve yarı ve yarı meyhanemsi bir yerde rastlıyordum. bağıra çağıra konuşurlardı. kavga ederlerdi. hatta bir gece aralarında, “isa mı daha mistiktir, konfüçyüs mü?” diye bir tartışma çıktıydı. böylesine yüksek, böylesine derin, böylesine bilimsel tartışma sonunda, bir genç, benimkinin kafasında bir şarap şişesi kırdıy*dı.
    faşist miydi? tam değil. demokrat mıydı? tam değil. kafası da, kokainle harap olmuş vücu*du gibi, yarımdı. onda tam olan bir şey vardı taranta - babu, şaşkın, zavallı ve kökü kurumuş bir ağaç gibi, soysuzlaşmış bir insan örneği olması. faşizme düşman geçinmiş, fakat gü*nün birinde el altından mahalle faşyosuna dilekçe vermişti.
    italyan faşizmin bu ikinci çeşit yazıcılarının neler yazdıklarını sana anlatabilmek için, onun bir şiirini buraya geçiriyorum.
    bu şiir, o yarı lokanta, yarı meyhanemsi yerdeki toplantılardan birinde okundu. o gece hepsi oradaydılar. yaşlı bir romancının onuruna bir şölen veriliyordu. benimki birden ayağa kalktı. sarhoştu. ağzının açılıp kapanışlarını bile kullanamıyordu. ortaya doğru bir iki adım attı:
    “size” dedi, “son kitabımdan, aklıma şöyle geliveren bir şiirimi okuyacağım.”
    ve elleriyle havada geniş çizgiler çizerek şu şiiri okumaya başladı:

    kör olmak

    kör olmak ne iyi şeydir,
    ne güzeldir sevmek karanlığı.
    ne yalın bir kılıç gibi bir ışık
    ne renklerin ağırlığı
    ve ne şekillerin kabalığı.
    ne güzeldir sevmek karanlığı.

    kör olmak ne iyi şeydir.
    kapalı gözleriniz
    çevrili içinize,
    kıyısında oturup bakarsınız
    içinizde dalgalanan denize.
    kapalı gözleriniz çevrili içinize.

    kör olmak ne iyi şeydir.
    körlerdir ki yalnız
    kendi yürekleriyle baş başa kalırlar.
    ne kimseye kendi gözlerinden verirler
    ne kimsenin gözlerinden alırlar.
    körlerdir ki yalnız
    kendi yürekleriyle baş başa kalırlar.
    ne güzeldir sevmek karanlığı.
    karanlık allah gibidir ve tek başınadır.
    karanlık ölüm gibidir
    rengi yok
    ahengi yok
    dengi yoktur karanlığın.
    dağıtın yanınızdan sopalarınızla
    karanlığın peygamberleri, körler,
    kalabalığı…
    kör olmak ne iyi şeydir
    ve ne güzeldir sevmek karanlığı…

    “bu ne biçim şiir?” deme taranta - babu. italyan yazıcılarının ikinci çeşidinden olanlar işte böyle şeyler yazıyorlar. oysa,

    “sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimi
    toprağı sürebilmeli
    pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli
    dizlerine kadar
    bütün soruları sorabilmeli
    bütün ışıkları derebilmeli
    yol başlarında durabilmeli
    kilometre taşları gibi şiirlerimiz.
    yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli
    çengelde tamtamlara vurabilmeli
    ve yeryüzünde tek esir yurt, tek esir insan
    gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar
    malı mülkü, aklı fikri, canı, neyi varsa verebilmeli
    büyük hürriyete şiirlerimiz.”

    değil mi taranta - babu, öyle değilmi?
    bizim kokainman şiirini bitirince ne oldu, biliyor musun, benim taranta - babum? önce ada*mı çok çok alkışladılar. o da, saatlerce çalışıp beyaz bir duvarı renkli resimlerle doldurmuş bir nakkaş yorgunluğuyla, sallanarak yerine döndü. tam benim yanımdaki masada, onuruna şölen verilen yaşlı romancıyla modellerini baştan çıkartmaktan resim yapmaya vakit bulama*yan ressam oturuyordu. ressam, şiir biter bitmez, romancının kulağına eğildi, alaycı bir ses*le:
    “nasıl buldunuz?” dedi, “onun, bu şiiri bir fransız şairinden aşırdığı söyleniyor.”
    romancı birden bire cevap vermedi, düşündü. sonra:
    “bu şiiri okuyan, sizin en yakın dostunuzmuş, diye duydum,” dedi.
    ressam güldü:
    “dostluk, sapına birbirine düşman iki elin yapıştığı bir bıçağa benzer,” diye cevap verdi.
    ne yalan söyleyeyim, taranta - babu, ben bu dostluk tarifini anlamadım, hiç anlamadım. bu, yalnız faşist italya’da mı böyledir, yoksa bütün avrupa…
    0 ...
bu entry yorumlara kapalı.
© 2025 uludağ sözlük