trollemek için ortaya atılmış bir soru olduğu açık ama kimse de makul bir açıklama ile cevaplamış değil. açıklayalım bari. ciddi ciddi merak eden vardır belki.
insanlar tarihin çok eski, karanlık, bilinmeyen dönemlerinden beri ticaret yapmaktadır. ticaret mekanizmasının etkin işleyebilmesi için her zaman bir değerleme ve değişim aracına ihtiyaç duyulmuştur. bu araç temel bir ihtiyacı karşılayacak, topluluğun çoğu tarafından talep ediliyor olacak ve insanların maliyetsiz ve sınırsız ulaşabildiği deniz suyu, hava, çakıl taşı gibi serbest mal niteliği taşımayacak olmalıdır. bilinen en eski değişim araçları buğday, arpa gibi tahıl ürünleridir. bir dönem sümer ve antik mısır'da bira taşınabilme, bölünebilme ve ölçülebilme kolaylığından dolayı sıvı hububat olarak aynı işlevi görmüştür. misal piramit inşasında çalışan işçilerin maaşı günde bir sila (yaklaşık 1 litre) biraydı. ustabaşları 2 sila, üst düzey memurlar 5 sila alırlardı. tabi ki her gün beş sila bira içtikleri anlamına gelmiyordu. çalışanlar bir kaç günlük ücretini biriktirip (diyelim ki 15 sila biraya) bir oğlak yada iki kaz alabilirdi.
bir anadolu uygarlığı olan lidyalılara kadar geldiğimizde değişim aracının biraz önce saydığımız özelliklerinden birisinden vazgeçildiğini görüyoruz. lidyalılar değişim aracı olarak kullandıkları aparatusun aynı zamanda kullanım değeri olan (tüketilebilir) bir şey olmasının zorunlu olmadığını fark ettiler. iyi de kimsenin kullanmak istemediği işlevsiz bir nesne karşılığında kim niye kullanışlı, fayda sağlayan emtialarını takas etsin ki? demeye varmadan bu değişim araçlarını ender bulunan madenlerden seçerek; ne yenilebilen, ne soğuktan koruyan bu metal cisimlere talep oluşturabildiler. altın ve gümüş doğada hazır halde bulunmazdı, zamanında iptidai yöntemlerle madencilik yapan ataları tarafından belirli bir miktar çıkarılmış ve süs ve ziynet eşyası olarak tedavüle düşmüştü. arzı (miktarı) keyfe göre arttırılamadığı için uygun bir sabit değer ölçüsüydü. soy metallerden oldukları için paslanmıyor olmaları da cabası.
misal tüm lidya ülkesinde 100 kg. altın rezervi olsun. bunlardan 1 gr.lık 100.000 tane altın para kestirilmiş (imal edilmiş) diyelim. ("1 gr. lık altın para mı olur?" demeyin. olur. madeni paralar som altın yada som gümüşten yapılmazdı. içinde belli bir ayarda altın bulunurdu) bu yüz bin adet altın paranın niceliği (piyasada dolaşan para sayısı) küçük sızıntılar dışında değişmediği için, lidyalılar para sisteminin temelini kurabildiler. o yıl hasat iyi geçtiğinde ürün çok, altın sayısı 100.000 iken, hasadın kötü olduğu kıtlık yıllarında ürün az, işlem gören altın sayısı hala 100.000 oluyordu. ilk durumda deflasyon (fiyatlarda düşüş), ikincisinde enflasyon (fiyat artışı) gözleniyordu. aynı miktar altınla alınabilecek ürünlerin sayısında mevsime bağlı değişimler demek, aynı zamanda bir birim ürün başına ödenecek altın miktarının da (fiyat) değişik değerler alması demektir.
lidyalılardan sonraki bir bin yıl boyunca dünya çapındaki altın rezervleri pek fazla -en azından ani sıçramalarla- değişmedi. bu yüzden fiyatı belirleyen uzun bir dönem boyunca pazar için üretilen emtia (mal) miktarı olageldi. amerika kıtasının fethiyle peru ve çevresindeki el değmemiş altın madenlerinden avrupa'ya (tabi ki ispanya üzerinden) kelimenin tabiri caizse altın yağdı. neredeyse 100 yıldır üretim hacmi olarak %10 bile büyümemiş avrupa toplumları %150 lik bir değerli maden girişine maruz kaldılar. doğal sonuç olarak fiyatlar astronomik şekilde fırladı. bu arada floransalı bankerler haçlı seferleri sırasında tapınak şövalyelerinin uyguladığı bir kefalet sistemini geliştirme peşindeydiler. avrupa ve ortadoğu'da şubeleri olan bu italyan girişimciler maddi değerlerin taşımacılığında yeni ufuklar açtılar. diyelim ki ticaret yapmak için cenova'dan liege'ye gitmek istiyorsunuz. ama yanınızda yüklü miktarda para taşımanın -heleki o çağlarda- güvenli olmadığı da aşikar. kervanlar, ıssız patikalar, mola ve kamp yerleri haydutlarla dolu. kefalet şirketinin cenova'daki şubesine tüm altınınızı bırakıyor, sizin isminize, imzanıza, ve yanınızda taşıdığınız mührünüze uygun bir senet düzenleniyor. bu senedi liege'ye vardığınızda ilgili şubeye teslim ediyorsunuz cenova'da bıraktığınız kadar altını (küçük bir komisyon haricinde) eksiksiz teslim alıyorsunuz. bir sandık madeni para yerine üzerinde yazılar olan basit bir parşömen taşıyorsunuz. işte banknot sisteminin doğuşu budur.
banknot sistemine geçişle birlikte bazı hesaplar değişti. parasal sistemin ilk zamanlarında altın, ekonomideki üretilen toplam mal ve hizmetin mali karşılığını tanımlardı. banknotlar ise ürün ve üretim miktarına bakmaksızın altın karşılığı düzenlenir (basılır) oldu. zaman içinde ekonomik yapılar büyüyüp, karmaşıklaşıp, çok katmanlı bir hale geldikçe para salt değişim aracı olmanın yanında tasarruf gibi, spekülasyon gibi başka işlevler de kazandı. fakat tüm değişimlere karşın dünyadaki her ülke tarafından kabul edilen ortak sabit, altın olmaya devam etti. bir ülke diğer ülke cinsinden borçlarını altın üzerinden tahsil ettiği için isteyen ülke istediği kadar kağıt para basabilirdi, hiç önemli değildi. kendi para biriminin değerini düşürüp, kullanışsız hale getirmekten başka işe yaramazdı. bittabi altın rezervleri güçlü olan ülkelerin paraları daha değerli olmaya başladı. çünkü basılmış her birim banknota karşılık merkez bankanızda birim banknot değerine tekabül eden altın olduğunu tüm komşularınız bilirdi. yine bilinirdi ki misal ingiltere'nin değerli parasını ingiliz merkez bankasına götürdüğümüz her seferde hiç bir değişim kaygısı duymadan taahhüt edilen altınımızı hemen geri alabilirdiniz. bu durumda altın gibi yükte ağır bir değişim aparatıyla dolaşmaktansa aynı miktarda ekonomik değeri imleyen ve taşınması görece kolay sterlin ile dolaşmak daha cazipti. buradaki anahtar piyasa güvenidir. eğer ki rezervinizdeki aynı miktar altına karşılık sürekli para basmaya devam ederseniz her bir birim altına karşılık gelen parasal değer (altının fiyatı) sürekli artacaktır. dış piyasa oyuncuları bugün belli bir miktar altın karşılığında ülkenizin kağıt parasıyla işlem yapmadan önce şunu bilmek ister : bir zaman sonra aynı kağıt parayı getirdiğinde hala aynı miktar altını iade edebilecek durumda mısın?
işte piyasanın bu güven bunalımı bizi 1944 yılına getirir. yani bretton woods sistemine. ikinci dünya savaşı boyunca almanya, rusya, ingiltere ve fransa tüm servetlerini savaşın çok ağır masraflarını karşılayabilmek için harcadılar. a.b.d. ise uzun bir zaman tarafsız kaldı. üstüne üstlük müttefikleri dışarıdan desteklemek tarım fazlasıyla avrupa'da savaşan orduları besledi. savaş sanayinin ihtiyaç duyduğu madenleri gemilerle ingiltere limanlarına gönderdi. savaş teknolojileri geliştirip müttefiklerin kullanımına sundu. tabi ki hiçbiri bedava değil. savaş koşulları altında çok fahiş fiyatlarla. dünyanın en zengin kıtası avrupa'nın bin yıllık birikimi oluk oluk a.b.d.'ye akmaktaydı. açıkçası a.b.d.'nin 20 yy.'ın en büyük ekonomisi olmasının tek nedenini savaş fırsatçılığına bağlamak haksızlık olur. zaten ileri düzeyde endüstrileşmiş bir ekonomi olarak, üretim hacmi ve kalkınma rakamları avrupa gibi sanayi toplumun membası bir kıtanın bile hissedilir derecede üstündeydi. savaşın sonlarına yakın a.b.d.'nin elinde o kadar fazla altın rezervi birikmişti ki tek başına tüm dünya altın piyasasını domine edebilecek güce ulaştı. ve 1944 yılında o zamanın sözü geçen, en nüfuzlu 44 ülkesine bir çağrıda bulundu. dünyanın her neresinden olursa olsun a.b.d. merkez bankası 35 dolar getiren herkese 1 ons altın vermeyi garanti eder. bunun karşılığında a.b.d. doları uluslararası para birimi olacaktı ve değeri 35 dolar = 1 ons altın olmak üzere sabitlenecekti. ilkin 44 ülkenin katılımıyla (sonraları tüm dünya tanıdı bu anlaşmayı) a.b.d. doları dünyanın uluslararası geçerliliği olan tek parası oldu. buradaki ince düşünce şudur: a.b.d. merkez bankasının sahip olduğu altın miktarı dolar ile işlem yapan oyunculara güven verdiği için dolardan kaçıp altın alma eğilimi oluşmaz. çünkü bilirler ki istedikleri zaman doları altına çevirmek mümkündür. convertibilite riski söz konusu değildir. bundan sonrası spekülatif işler. piyasanın güven duyduğu para birimi olduğu için para değerlidir. para değerli olduğu için piyasa güven duyar. elinde dolar olan tüm devletler, tüm şirketler, tüm ekonomik karar birimleri, dünyanın her yerine yayılmış yastık altında dolar biriktiren tüm küçük insanlar aynı anda dolarlarını a.b.d.'ye iade edip, "biz istemiyoruz kardeşim dolar molar. uluslararası işlemlerde altına döneceğiz" demedikleri sürece dolar convertibıl kalmaya devam edecektir. hatta a.b.d. merkez bankası bunu bildiği için karşılıksız para basmaya da gidebilir. çünkü her halükarda dolar (ulusal paraların aksine) ülke içindeki mal-altın toplamının karşılığı değil dünyadaki toplam ticaret hacminin bir değerleme ölçüsüdür.
adı türkiye olsun, japonya olsun, hollanda olsun hiç fark etmez; bir dönem içinde üretebildiğin ekonomik değerlerin ve sahip olduğun hazır değerlerin üzerinde ulusal para emisyonuna heves edersen paran değer kaybeder. yabancı ülkeler zayıf paradan kaçar her zaman. bu kadar basit. son kısım umuyorum "a.b.d. yapıyor, biz niye yapamıyoruz. dolar da karşılıksız para değil mi sonuçta?" diyerekten milli hassasiyetlere arş yaptıran arkadaşların sorusuna cevap olabilmiştir.