bir izmirli için hayat, şehrinden uzağa düştüğünde onun hasretine nağmeler düzmek, izmir'e döndüğünde ise burada olmuyor hissini yaşamak arasında gidip gelen sarkaç gibidir. yaz geldiğinde şehrin bir kısmı, kendini maddi manada kurtarabilmişler, didim,urla,çeşme,gümüldür,karaburun'daki yazlıklarına giderken, benim gibiler,işçiler,bordro mahkumu memurlar,kefeni yırtamamışlar şehrin kaynamış yumurta kokulu sıcağında debelenip dururlar. o yaz, artık televizyona bakmayacak kadar boyalı dünyadan ümidini kesmiş yirmi yedi yaşında bir adamdım.kitaplar, gündüzleri dolduruyordu ama gecelere artık derman olamıyordu. internet ise pek çok evde henüz yoktu. ben, kulağımda eski bir sony walkman radyo, çalı gibi birbirine girmiş, istasyonlar arasında, müzik zevkimi tatmin edecek, bana, hiç sahip olmadığım hayali sevgilime olan aşkımı bileylendirecek şarkılar arıyordum. parmaklarım, tırtıklı buton üzerinde kayarken, birden mazhar alanson'un o tanıdık bariton sesini duydum..
''bu sabah uyandırmamışlar beni, ava giden dostlar ''
sözlerin devamı gelmedi ve bir org namesi eşliğinde melodiler sıcak gecede kayboldu. o yaz, arkadaşlık ettiğim benden 8 yaş kadar küçük, canı fena halde sıkılan, zengin ama umutsuz bir genç vardı. babası ona piano dersi aldırıyordu. ona şarkıdan bahsettiğimde bana şarkının adı ''kabile'' dedi. bütün kabile kızar bana diye başlayan sanatçının öyküsü'nden haberdardı. ismini yanlış bilse de.. sait faik'e yıllardır hayrandım. onun yazdıkları ile hayatı arasından nasıl bir uygunluk olduğunu biliyordum. bu şarkıda anlatılan hikaye insanlarla ticaret yapamayacak,onlara gözlerinin içine bakarak yalan söyleyemeyecek kadar naif, sıkılgan, beceriksiz, mirasyedi,anne düşkünü, içki müptelası, hümanist, gökyüzü ve deniz aşığı sarışın adamın, kendisini hakir görenlere verdiği bir cevaptı.o, kereste satmak, karnı şiş koleralı çocuklar, veremli anneler etrafta dolanırken milli şef devrinin imtiyazlarıyla ihtikarcılık yapamayacak kadar yufkayürekli bir adamdı. o balığa çıkardı, sarhoş olurdu, kendini çirkin bulduğu için sevdiğini sandığı kız rumba yaparken bir kenarda somurtup otururdu ve yazmazsa çıldırırdı.
hikaye içindeki bu hikaye ''sivriada geceleri'' nde geçer. rum balıkçı arkadaşı sivriada kayalıkları'nın önündeki mağaraya vardıklarında son nefesini vermek için ağzını açıp kapatan martıya üzülen sait'e ''martı da ölür insan da şair misin ki ne boksun ! ''der. ve sait, dünyanın yaratılışındaydık şimdi diye başlayarak, ''sanatçının öyküsü'' ne ilham kaynağı olacak paragrafına başlar. iyi bir cevaptır.